Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

25 Şubat 2011 Cuma

KOKOŞ PAÇASI ve MAŞA

Dün akşam telefon çaldığında, iki senedir haber alamadığım bir dostumu karşımda bulacağımı hiç düşünmemiştim.

- Alo!
- Babu!
- Maşa...
- Mehtap...
- Hey! Maşa, nerelerdesin sen?
- Dün geldim. Suyun öte yanında işliyorum.
- Seni çok özledim.
- Ben de seni Mehtap.

Bundan bir kaç sene önce, üç gün üç gece süren uzun ve zorlu minibüs yolculuğunun sonunda Laleli sokaklarında şaşkın ve ürkek kalakaldığı bir Eylül ayı akşamıydı bana gelişi.

O kadar yorgun, o kadar şaşkın ve o kadar ürkekti ki, yorgun bedenini koltuğun sırtına dayamaya bile çekiniyor, öylece bana bakıp, konuştuklarımızı anlamaya çalışıyordu. Aslında bakmıyor, gözleri ile konuşuyordu benimle. Sanki, "Yorgunum. Kırgınım. Korkuyorum. Meraktayım. Sen kimsin? Bana iyi davranacak mısın?", diyordu.

Gözlerime bakıp, bu evdeki yerini anlamaya çalışırken, sürekli yer sallanıyor, 17 Ağustos artçı sarsıntıların ardı arkası kesilmiyordu. İlk kez yabancı bir ülkedeydi, ilk kez yabancı bir evde uyuyacaktı, ilk kez ayrılmıştı sevdiklerinden, ilk kez hizmetçi olacaktı. Yer altından kayıyordu. Depremi hiç bilmeyen Maşa için bu kadar ilk fazlaydı. Korkusu arttıkça ela gözlerine yaşlar doluyor ve daha güzel oluyordu.

- Maşa sen çok güzelsin.
- Öyle mi? Sağol.

Otuz sekiz yaşında, balık etinde, pembe beyaz tenine inat siyah saçlı, eski zaman kadınları gibiydi. Küçük yaşta evlenmişti. Yetişkin iki çocuk annesi olması ona kendini yaşlı hissettiryordu. Kırklı yaşlar onun için kurtuluş yaşları demekti. Törelerine göre oğlu evlenecek, eve gelen gelin işleri yapacak o da kocamış bir kadın olarak köşesine çekilecekti. Oysa hiç tahmin etmediği bir şekilde giriyordu kırklı yaşlarına... Hizmetçi olarak. Bu kırgınlıkla çıktığı yolculukta yolu bana düştü işte nasılsa ve kendini ülkesindeyken aylarca alıştırdığı hizmetçi olma fikrini hiç bir zaman yaşayamadı. İki yılı birlikte geçirdik onunla. En belirgin özelliği hiç soru sormamasıydı, söylenen herşeyi sorgusuz kabul ediyor ve bir daha söylemene gerek kalmıyordu. Yıllarca yaşadığı devlet baskısından sonra burada kendini özgür hissediyor ama bu özgürlüğe asla alışmak istemiyordu. Sovyetler Birliği'nin parçalanması ile bir gecede fakir, bir gecede paraları pul olmuş bir halkın insanı, ayda otuz dolar maaşlı iyi bir ameliyat hemşiresiydi Maşa. Yıllarca nizamlı, intizamlı hastahanelerde dünyanın en büyük devletine mensup olduğu duygusu ile yaşamıştı. Burada geçirdiği iki yılın sonunda bir kez yorum getirdi olana bitene: 'Bizi kandırdılar, dünyaya gözümüzü kapatıp bizi yok saydılar, çok büyük bir devletiz, bize bir şey olmaz fikrine bizi inandırdılar. Sizin de durumunuz iyi değil, dikkat et Mehtap. İnan bir gecede Maşa olunuyor'.

Ameliyathanelerden "Kimbilir kimin mutfağına?", diye düştüğü yollarda iki küçük çanta taşımıştı yanında. Birinde birkaç kat giysi, diğerinde kitapları, aile albümü, yaşamına dair ufak tefek şeyler en nihayetinde. Burada gördüğü teknoloji ve moden yaşam onu hayrete düşürse de, hiçbirine alışmadı, sadece gerektiği için kullandı. Ülkesine geri dönerken valizine burada tanıdığı hiç bir lüksü koymamıştı, gelirken getirdiklerinin dışında çocukları için götürdüğü on kilo portakal bir de Türkiye'deki ailesinin resimleri vardı.

Gördüğüm en güzel el yazısı ile çocuklarına ve eşine uzun uzun mektuplar yazar, onlara Türkiye'deki meyvalardan bahsederdi. Onlardan gelen mektupları okumak için saatlerce odasına kapanırdı. Bazı geceler benim çocukları uyutup, onun yatağına oturur mektupları tekrar okur, resimlere bakar, sonra da birbirimize sarılır uzun uzun ağlardık. Mektupları onun her şeyiydi. O benim dostumdu, ben de onun.

Moldovya yakınlarında Gagavuzya'da yaşamıştı. Dini Hıristiyan olmasına karşın adetleri bakımından tam bir Türk'tü. Hıristiyandı, Hıristiyan olmasına ama Katoliklik diye bir mezhebin varlığından bile habersizdi. .Dini gibi lisanıda karışıktı. Türkçe ile bazı kelimelerin ortak, ama anlamlarının bambaşka olduğu lisanı onu daha sevimli yapıyordu. Bazı kelimelerin onların dilindeki karşılığı ile bizdeki karşılığının yarattığı farklılıklar sık sık sorunlar yaşamamıza sebep oluyor, bu sorunlu kelimeler beni güldürürken, Maşa'nın utançtan odasına kapanmasına sebep oluyordu.

Başımıza en çok sorun çıkaran kelime ise 'düzmek' fiili ile ilgiliydi. Her türlü yapmak, düzeltmek, dizmek gibi fiiller için tek bu fiil kullanılıyordu.

Bir gün buzdolabı bozuluverdi. Sağını solunu, fişini kordonunu kurcalayıp, yapamayınca bakım servisini çağırmıştık. Allah için haklarını yemeyelim şimdi, şıp diye geldiler. Kapı çaldı. Maşa koşup açtı. Kısa bir sessizliğin ardından Maşa'nın beni çağıran sesini duydum:

- Mehtap, buzdolabını düzmeye geldiler!
- Al içeri Maşa!

Buzdolabını düzüp gittiler gerçekten, bir daha çalışmadı.

İki sene boyunca Maşa'nın sayesinde evde düzülmeyen hiçbir şey kalmamıştı. Çamaşırlar, tabaklar, kitaplar, oyuncaklar. Dağılmış, ortada duran herşeyi düzüyordu kendi lisanınca.

Bir gün ütü bozuldu. Eve sıkça gelen eski bir dosttan yardım istemiş, ama bir cevap alamamıştı Maşa. Cevabı bırakın, hafif de ters ters bakmıştı.

- Bu Cemil Bey ne acayip adam. Birşey sordum, cevap bile vermedi.
- Ne sordun?
- "Cemil Bey, siz ütü düzer misiniz?", dedim, şöyle bir suratıma bakıp kafasını çevirdi, cevap bile vermedi..
- Ütü dediğine emin misin?
- Babuuuuuu! ,

Cemil prensip sahibi adamdır, tüm ısrarlarıma rağmen ütüyü düzmedi, yenisini aldık!

Maşa'nın yaşgünü yaklaşıyordu. Malum, çocuklar için en önemli faaliyetlerden biri yaşgünü kutlamalarıdır. Açılmayı bekleyen sürpriz paketler, evdeki kurabiye kokusu, durmadan çalan kapı zili, pasta mumlarının alevi, ardı ardına patlayan flaşlar. "Ne kadar çok doğmuş insan, o kadar çok doğum günü partisi fırsatıdır" felsefesini benimseyen çocuklar, Maşa'ya bir yaşgünü partisi düzenlemek istediler. Maşa için özel bir gün! Harika bir fikirdi gerçekten. Maşa da bu özel gün için, özel bir yemek yapmak istiyordu. Damağıma hitap edip etmeyeceği karanlık dursa da, ruhuma pek uygun olduğu yemeğin adından belliydi: Kokoş Paçası!

Maşa, Moldovya'dan gelen arkadaşlarına çeşitli yiyecekler sipariş ederdi. Dolayısıyla, biz de Rus mutfağına özgü bazı yemekleri tatmıştık. Ev yapımı şaraplar, domuz sosisleri, yişmik dedikleri bir tür çökelek ve pek çok kurutulmuş veya turşu yapılmış sebze neredeyse hiç eksik değildi evde. Yılın altı ayı kar altında yaşanan bir ülkede soğuktan pek bir şey yetişmediği için, Rus mutfağı neredeyse kurutulmuş ya da turşu suyuna yapılmış yemekler demekti. İtiraf etmeliyim ki, hepsi nefis olmasa da, bazı yemeklerin, özellikle de pek sinir bir lahana yemeği olan kapuskanın, lahana turşusundan yapılanını Maşa'nın elinden tatmış ve çok beğenmiştik. Bu arada, benim mutfak işlerine ve her türlü yeni lezzete merakım Moldov kadın camiasında da zamanla bir efsane gibi yayılmış, hatta rivayete göre Gagavuz Türkleri'nin yaşadığı Çeşme Köyü'nde beni tanımayan kalmamıştı.

Neyse, Maşa'nın yaş günü yemeğinin en önemli malzemesi kokoş paçası, en mühim hadise ise bunların bizzat teminiydi. Bir hafta boyunca kokoş paçasının Türkiye'ye transferi için ciddi çalışmalar yapıldı. İki ülke arası telefon trafiği iyiden iyiye hızlanmıştı. Maşa kendi lisanında konuştuğundan, ne olup bittiğini anlamıyordum. Anlasaydım, bir yolunu bulur paçaların temini için kokoşu ile ünlü ilimizle irtibata geçerdim!

Öyle bir prodüksiyon yapılmıştı ki öyle böyle değil. Moldovya'da yapılan katliamlar, yolculuk için gerekli sanitasyon düzenlemeleri, kokoşların Laleli'ye gelişi, Laleli'den özel araçlarla eve intikali. Neredeyse bir servet harcandı kokoş paçalarına.

Bu arada ben de yılın yemeğini tüm Maşa severlere yedirmek için, bizim değişmez yaşgünü kadrosunu tam takım yemeğe davet ettim. Ünlü Rus Lokantası Rejans'da bile bulunmayan bu özel yemeği benim soframda bulabileceğini duyan herkes, "Mutlaka geleceğiz", diyordu.

Nihayet kokoş paçaları bizim eve intikal ettiler. Heyecanla paket açıldı. Paketten çıkanlara bakıp da yirmialtı tane but gören gözlerime inanamadım!

- Bunlar ne Maşa?
- Kokoş paçası!
- Tavuk butuna benziyor.
- Yooooo, bunlar kokoş.
- Yani?
- Nasıl anlatayım ki? Tavuğun kocası?
- Horoz olmasın?
- Horoz ne?
- Türk tavukların kocası
- Kokoş da bizimkilerin kocası.
- Bunlar da kokoşların paçası.
Sen de benim canımsın, Maşa!

Muhtemelen yemek kokoşların kıllı bacaklarından ibaret kalmayacaktı. O sabah Maşa, erkenden uyanıp mutfağa girdi. Kokoş paçalarını bir koca tencere suya döküp, su jöle kıvamına gelene dek kısık ateşte dört beş saat kadar kaynattı. Sonra dört beş saat buzdolabında bir güzel dondurdu. Merakla olacakları, daha doğrusu eklenecek tatları, baharatları bekliyordum. Son ana kadar da ümidimi hiç kaybetmedim. Artık herşey hazırdı, masa kızım tarafından özenle hazırlanmış, en güzel yer Maşa için ayrılmış, konuklar masaya alınmıştı. Maşa, dev jöle arası kokoş paçası tabağını dolaptan çıkardı ve gururla onlara baktı. Her zamanki gibi konuklara servis yapmam için bana uzattı.

"Olmaz Maşa", dedim, "Bu senin özel yemeğin, sen getirmelisin masaya". Özel yemek hadisesinin donmuş horoz butundan ibaret olduğunu anladığım o an, aceleyle salona koştum:

- Canımdan çok sevdiğim dostlarım! Birazdan sevgili Maşa, günlerdir özenle hazırlandığı ve hepimizin merakla beklediği özel yaşgünü yemeğini masaya getirecek. Maşa'ma ve/veya özenle tabağa düzdüğü kokoş paçalarına laf eden olursa, alırım kokoş paçasını aşağı, ona göre!

Maşa ve Kokoş paçası hadisesi bu işte; ya da kendi deyimiyle: 'Bu Maşa'.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder