Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

25 Şubat 2011 Cuma

Herca-i menekşeme o uyurken

Zamanların evvel zamanlar devrinde mart ayazı biter bitmez, güneş güne parlar ve vaktinde gelen o bahar ağaçlar çiçeğe durur, dağların eteklerinde taze kır çiçekleri açarmış. Bir bilinmez Mart ayazında güneşin herca-i erken parlamasıyla ayaz susmuş, toprak ısınmış, erik çiçekleri erkenden tomurcuğa durmuş. Göklerin beyaz devi güneşe kızmış. ‘Ne yeridir ne vakti, kış hükmünü göstermedi. Kış beyazını, bahar yeşilini bilmeli’ diyerek gürlemiş. Bu cahil telaşından utanan güneş perdelerini güne kapatınca da olan olmuş. Tomurcuktan çiçeğe dönenleri alış bir nafile telaş.  Ama hepsi boşunaymış. Soğuk vurmuş dallardan gelin olup toprağa yağmış erik çiçekleri.
Gelinler tel tel gömülürken dalların boynundan kara toprağa, terslik buya; bir kır çiçeği başını kaldırmasın mı kara topraktan?  Her mevsim açan basit bir çicek olmaktan baska hiçbir ilahi meziyeti yokmuş yok olmasına da, biraz meraklıymış bizimki gelinlere damatlara. Kar kış banamısın dememiş,  üstelik olana bitene bayılmış, erken gelin olan eriklerin telaşlı düğününü seyre dalmış.

Gelmemiş bahara erken açınca kır çiçeği; gençlik meltemini teninde hissedeceği ılık günlere kadar gelinlerin eteklerinin altıda saklanmış. Kendi çağının düğün derneğini beklerken her gece yıldızlara bakar merak edermiş geleceği, yarını, öbür on seneyi. Bazen aklı suya erer, 'Bir mevsimlik ahir ömrümde ne haddime ulu irfanların, bilinir bilinmezlerin sırrını çözüp sekronize dans etmek yıldızlarda' diye düşünür; bilemediklerini bilenlerin en bileni yaşlı çınar ona bildiklerini anlatır; 'Kır çiçeği mevsimsel açar, belli belirsiz kokular saçar, çoğunlukla farkedilemez. Belki bir inek farkeder önce seni. Sonra da başka bir ineğin toynaklarının altında boynunu büker, toprak olur gider kır çiçekleri. Ama bil ki sen bir herca-i menekşesin. Alelade kır çiçeği değilsin. Başka başka renklerinle sen başka farkedileceksin' der dururmuş.

Bir sabah güneş olanca sıcaklığı ile içini ışıtınca, küçük herca-i yüzünü güneşe hevesle dönmüş. Kuşları görmüş mavilerde. 'Ne kadar özgürler. Ah keşke, telaşe gelinlerin yamacında herca-i açacağıma; bir kuşun ağzında çalı olsaydim' diye iç geçirmiş. Kökünden bağlı olduğu ana toprağını pek severmis sevmesine de; yine de uzaklara uçmaları, gündüzleri güneşe, geceleri yıldızlara yakın olmaları aklından atamazmış bir türlü.

Günlerden bir gün bir beyaz kuş gelmiş yamacına.
'Al beni uçur beyaz kuş. Herkes beni herca-i bilmiş belledi. Bir mevsimlik heyecanım var yaşat bana' diye yalvarmiş.
'Bir mevsimlik ömrüm var dedinya seni gidi herca-i, topraktan koparsan onu da yaşayamazsın seni taze deli’ demiş, onu demiş bunu demiş ama ne dediyse olmamış. Kökünü kavradığı gibi gagasıyla söküp almış ana toprağından onu. Uçurmuş, uçurmuş...

Masal bu ya herca-i kuşun kanadında uçarken uyuya kalmıs. Kuş yorulmuş. Soluklanacak yer ararken bir dilek ağacı görmüş. Ağacın kuru çalı dalına konup, usulca bırakırken çiçeğini, çiçeği için gizli bir dilek dilemiş.

Bir sonraki bahar güneş başka ışımış. Yıldız yağmurları gündüze yağmış; bir dilek ağacının kara kuru dallarından birinde rengarek bir çiçek uyanmış. Bu masalsı duruşu onu özel yapar, kimseler koparıp koklamaya kıyamazmış.

Gel zaman git zaman bu masalsı yalnızlıktan bunalmış. Gelene geçene seslenmeye başlamış.
''Hey! Ben basit bir çiçeğim, beni de koklayıp sevin. Ben buraya bir kuşun kanadından düşüp geldim. Beni diğerlerinden farklı zannetmeyin!'
Ne kadar haykırsa da durum hiç değişmemiş. Kara dallardaki parlak renklerinin uyumu ile sıradanlığına kimseleri inandıramamış. Herkes hayran bakar, sonra kendi yoluna koyulur, Herca-i menekşe güneşle parlak yıldızlarla arkadaş geceleri yalnız uyurmuş. Rüyasında dallarda düğünler dernekler kurulur, rüzgar bilge çınarın sesi olurmuş
.
‘Uyu bebeğim evvel zamanlar içinde çiçek masalları ile uyu da büyü. Ve bir sabah; kendi baharına rengarek uyan.’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder