Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

27 Mart 2013 Çarşamba

SOYADI BAHR-I SEFİD


Osmanlı İmparatorluk topraklarının Afrika'yı içine aldığı yıllarda Derne'de yaşayan bir çocuktu Cabi. 
Hayli kalabalık ailesi ile birlikte yaşadığı uçsuz bucaksız Afrika kumsallarında koşar, büyük ağaçlar arasında savaş teknikleri öğrenirdi. Kabileler arası savaşların olduğu o zamanlarda hem çevik, hem de cesur olmak gerekirdi. Babası Hayati efendi yerli halkın yönetiminden sorumlu, hayli nüfuslu biriydi.
Cabi on bir yaşına geldiğinde beklenmedik bir şey oldu. Avrupa'dan gelen İtalyan'lar memleketlerine saldırdılar. Babasını, annesini, kardeşlerini, komşularını tüm akrabalarını öldürdüler. Yurtsuz ve ailesiz kaldı. Özgürlüğün avuçlarının arasından kaçıp gittiğini hissettiği anda Türk soydaşlarını korumak için bir gemi yanaştı limana. Gemiden Fuat (Bulca),  Fethi (Fethi Okyar), Nuri (Conker), Enver Paşa ve  Mustafa Kemal Paşa indiler. Aylarca süren mücadele sonuç vermediği gibi, İtalyanlar yaptıkları saldırılarla Bingazi'den, Yunanistan'a bütün Bahr-ı Sefid'i   ele geçirdiler. 
Limandan yenik ayrılan geminin içinde, Türk komutanlar ve yerli halktan sağ kalan bir avuç cesur genç savaşçı vardı. Onların varlığından herkes haberdardı ama ambarında saklanan dokuz yetim çocuktan kimsenin haberi yoktu. 
Cabi ve sekiz arkadaşı gürültülü bir karanlıkta, artık onların olmayan toprakları bırakıp, hiç görmedikleri yeni vatanlarına gidiyorlardı. 
Gemi Anadolu limanına yanaştığında tek kelime Türkçe bilmeyen yaşları yedi ile on üç arasında değişen dokuz kimsesiz çocuk ambardan çıkartıldığında ölmek üzereydiler. 
Mustafa Kemal o zamanlar yetimhane olmadığından mı, yoksa çocukların direncine ve cesaretine duyduğu hayranlıktan mı bilinmez; onları kendi birliklerinde yetiştirmek üzere himayesine aldı.
Yıllar geçti. Büyüdüler. Sırım gibi delikanlılar oldular. Topraklarını sevdiler. Asker oldular. Kurtuluş savaşında en önemli cephelerde, hep bu genç subaylar görev aldı.
Cabi Kürt isyanını bastırmakla görevlendirildi. Ayakları dondu Sarıkamış dağlarında. Kurtuluş Savaşında Çanakkale'de günlerce aç kaldı. Açlığa dayanırdı, dayandı da... Bulduğu buğdayları avucunda kabuğundan ayırırken oluşan yaralar yüzünden avuç içlerinde ne hayat çizgisi, ne sağlık çizgisinden eser yoktu artık. 
İnandığı ve uğruna savaşılması gereken bir tek şey vardı. Özgürlük.
"Biz bu vatanı çok zor şartlarda kazandık. Bilin bütün bunları ve siz de çocuklarınıza anlatın. Cumhuriyete sahip çıkın. Cumhuriyet özgürlüktür. Özgürlük onurlu yaşamaktır." derdi torunlarına.

Cabi Hüseyin Akdeniz. 
Hüseyin adını ona kim vermişti bilinmiyordu ama soyadının nereden geldiği öyküsünde gizliydi.
Dikkatli bakarsanız bu sırrı ya 'Ordular; İlk hedefiniz Akdeniz'dir ileri' sözünü belgeleyen resimlerdeki süvari alayının ön saflarında; ya Bahr-ı Sefid'den Akdeniz'e doğru istikamet bulan yolculuğun tam ortasında; ya da Halikarnas Balıkçısı'nın " Akdeniz'de enginin ışığı göklere vurur da sanki 'Gece', uykusunda uyurken, hayatın düşünü nur içinde görür ve hayatı sayıklar. İşte bunun içindir ki 'Akdeniz' Akdeniz adını alır" dizelerinde resmettiği 'Beyaz Deniz'in en derininde bulursunuz.

Albay Hüseyin Akdeniz. (1900- 1978)
Benim dedem. Bir Cumhuriyet, bir özgürlük savaşçısı. 


Derne limanından kalkan gemi...