Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

15 Aralık 2011 Perşembe

Kezban Avro'pa'da...

( O gün.... 
17 Nisan 1993. Çok gerginim. Müşteri temsilcisi olduğum markanın relansman sunumu için defalarca ertelettirdiğim senaryo sunumuna sadece iki gün kalmış. Hafta sonu bütün yaratıcı ekibi ajansa toplamış, onlara yaratıcı süreci hızlandıracak ortamı hazırlanmış senaryoyu bekliyorum. Birden ortalık karışıyor. Hızla odama dalan yazar  ‘’Turgut Özal ölmüş,’’ diyor. Mahvoldum! Bütün konsantrasyon dağılmış, herkes televizyon başında. ‘’Ya tamam arkadaşlar, yarın üzülürsünüz, hadi işimize bakalım.’’ Nafile. Birden kafamda bir ampül yanıyor. Şaka gibi. Tam da briefe uygun, değişimi anlatan sıcak bir fikir. Kağıda bir şeyler çiziktiriyorum. Bir kaç şarkı düşüyor aklıma. Koşarak yaratıcı yönetmenin odasında karşısında dikiliyorum. Film hazır. Fikir kötü bile olsa hiç şansı yok, hemen kabul ediliyor.  Ajans üzgün ben ise mutluluktan uçuyorum. Vay gidene, derler ya o şekil işte...)

O Bahar...
Reklam filminin post production işlemleri için üç kişilik bir ekip olarak, Londra'ya doğru yola çıkmıştık. Elimizde birer küçük çanta ve bir dünya metal film kutularımız ile ne iş yaptığımızı Atatürk Havaalanı görevlilerine anlatmaya bile gerek yoktu. ‘’x-ray ışınları flimlerimize zarar verir, biz yandan geçiverelim,’’ dediğimizde Türk görevliler bize hak vermişler; uçağa kenardan sorunsuz binivermiştik. Finnarikikakari bir aprona inip, alanda onca yükümüzle sürünmeyelim diye British Airways ile uçmuştuk. Firmanın son kullanma tarihi dolmuş hostesleri ile yaptığımız yolculuk bitmek üzereydi ki... 'Londra'ya hoşgeldiniz böcekler' dediklerini duyar gibi olduk. Onlar üstümüze böcek parfümü sıkarken, ben de bir sonraki uçuşuma onlara hediye olarak bir kutu Teşvikiyeli hamam böceği havyarı getirmeye and içmiştim.
İngiliz gümrük görevlilerine ellerimizdeki filmlerin ne işe yaradığını anlatmamız çok kısa sürdü. Hemen anladılar(!) ancak, x-rayden geçirirsek bozulabilirler kısmını anlatmamız hayli zor oldu.
On günden fazla kalacağımız için daha ekonomik olur düşüncesiyle şehrin ortasında küçük bir daire kiralamıştık. Yırtık pırtık koltuklar; nuhun ebesinden kalma mutfak gereçleri; adam başı birer tabak, çatal, kaşık, bardak; bir kutu tereyağı ve olsa olsa burada mütemadiyen at tepişmiş dedirtecek kadar iğrenç kokan iki çift kişilik yatak. E, biz şimdilik üç, ertesi gün itibariyle dört kişiyiz? Nassı yani? Dört kişi geliyoruz diye, çiftleşmek mi zorundayız yani Avrupada... Seks büyüğün, koltuk küçüğündür adabıyla bu meseleyi de çözdük..
Sorun çıkarmayacağız ya... Çıkarmıyoruz işte!..
Ertesi sabah...
Studyoda işleri yoluna koyduktan sonra verdiğimiz tereyağlı ekmek molasında Avrupa sokakları ile ilgili ilk uyarımızı aldık. ‘’Aman üstünüzde değerli bir takı olmasın. Çıkarın o kolyeleri, mazallah yürürken boynunuza asılıp çalarlar. ‘’ Giden altın olsun be koçum, bu arada boyun kopmuş onu düşünen yok.
Bizim ülkemizdeki studyolardan geceli gündüzlü çıkamazken burada herşeyin ve en önemlisi mesainin dakik olması Londra'da çalışmanın en güzel tarafıydı. Ancak son gün bu bayıldığımız kural on beş dakikalık bir mesai için bize bir gün fazladan kalmaya mal olunca, ‘’gözünün yağını yiyeyim memleketimin mesaisiz çalışanının’’ dedirtmedi değil.  Sorun çıkarmadık, bir gün daha kaldık.
Öbürsü gün...
İşler yolunda gidiyor. Biraz gezmek için bol vakit, Londra'nın dar sokakları, barları, cafeleri, butikleri var. Yanımızda gelirken gümrükten geçirebildiğimiz para ile bu sokaklarda daha fazla idare edemeyeceğimizi anladık. Bir tabak omletin yanında yediğimiz koca bir Avrupai kazıktan sonra, prodüksiyon için öngördüğümüz parayı bir an önce Londra'ya transfer etmenin yararlı olacağı konusunda hemfikir olduk. Ve Türkiye'ye haber saldık.
- Bize Toplam bütçe'deki Londra ayağını havale edin hemen!
- 43 bin Pound... Tamamını mı?
- Evet!
- Yarın sabah elinizde efendim.
- Aferim.
Öbürsü sabah...
Sokaklarda dikkat çekici olmamak için en paspal eşortmanlarımızı giyip, sportif sırt çantasını sırtımıza takıp koyulduk banka yollarına. Banka şubesi kaldığımız eve uzak olduğu için, pis evimizin köşesindeki bankada bir hesap açtırmanın çok akıllıca olduğu konusunda da Türkçe fikir birliğine vardık. Banka kapısında içeri girdiğimizde görevliler halimize bakıp bizi bir şeye benzetemediler. Türkiye'den havale beklediğimizi söyledik. Adam, önce işlemlere sonrada bön bön suratımıza baktı ve ‘’Evet gelmiş,’’ dedi. ‘’Biz onu çekiverelim.’’ Görevli koşarak içeri girdi. Gitti gelmez, gitti gelmez... Yaklaşık bir saat sonra üç kişi olarak geri döndü. Bizi özel bir yere aldılar. Ve başladılar mıncık mıncık 50 lik,100 lük banknotları bankoya dizmeye. Yanında da bir tomar büyük sarı zarf. Nassı yani? Bu paranın binliği yok mu brader? Hadi anlaşalım beş yüzlük olsun.. Bu ne? ‘’Alın Pound dağlarınızı, ne haliniz varsa görün Londra yollarında’’ denir mi bu saf turiste? Tedarikli geldiğimiz çanta, hacminin sadece on, on iki bin Pound'luk olduğunu belli edince kalanını oramıza buramıza tıkmaya başladık. Meme boşluğumuza, olmadı sırtımıza, olmadı paçalara; tamam kabul ediyorum biraz da mabadımıza doldurduk. Pantolanlar çoraba, kazaklar bele iple sıkıca bağlandı. Biz paralarımızı kendimize istiflerken, adamlar bize bön bön bakmanın ötesine geçip, birbirlerine bön bön bakmaya kadar işi vardırdılar...
E, ne yapacaktık, 43 bin bölü 50 lik şeklinde adetlediğiniz parayı acaba Avrupai kardeş? Biz büyük annelerimizden böle gördük. Siz onu bile görememişsiniz. Ayrıca da acayip hayret bir şeysiniz!
Ay bu bankadan sıkıldık. Hemen koşarak pis evimizin köşesindeki cici bankaya gittik.
O Banka'da...
- Biz vadesiz hesap açtırmak istiyoruz.
- Tutar?
- 43 bin Pound
- Mümkün değil
- Neden?
- 5 bin Pound'tan daha fazla hesap açmayız
- Hahahhahha.. Çok şakacısınız... Aynı zamanda da çok Avrupaisiniz.
- İmkansız...
- Peki pratik bir çözüm?, Müsteri memnuniyeti?, Kaizen?, Stres yönetimi? Performans eğitimi? Falan filan böle konseplere takılsak?
- Kanunlar böyle.
- Nasıl kanunlar bunlar?
- On beş gün hakkınızda soruşturma yapılacak, paranın kaynağı araştırılacak ve siz yabancı olduğunuz için de itibarlı bir İngiliz'den kefalet gerekecek.
- Ebeme ihtiyaç yok mu? Onu da arasaydık. Doğal sarışınım, avrupai tatlım, biz on gün sonra ziyadesiyle bu paraları harcamış olarak burayı terk edeceğiz. Hallediver şu işimizi.
- On beş günden önce mümkün değil. Hatta bu tutarda hesap açtırmanız hiç mümkün değil.
- Bırak yaa. Delirmiş bu... Londra'da mis gibi Türk Bankaları var. Gideriz müdüre odasında bir çay içer, memleket hasreti yapar, yatırır geçer gideriz. (Aklımı seveyim!)
- Hadi bize byeeee gülüm...
O öğlen pis evimizde...
Telefonda konuşmadığımız Türk Bankası kalmadı. Hepsi bizden daha çaresiz ve kimsesizdi. Sonunda masanın üstü para yığını ile pis koltukta kalakaldık.
- Kalkın gidip yemek yiyelim. On tabak omlet ısmarlarsak şu koçandan kurtuluruz mesela.
- Şahane fikir bence de parayı koçan koçan harcıyalım.
- Bir ev alalım. Ben yolda giderken gördüm 40 bin Pound'a süper bir tek katlı ev var.
- Yahu yemeğe nasıl gedeceğiz, parayı evde tek başına mı bırakacağız?
- Nöbetleşe çözüm getirelim, birimiz evde kalsın.
- İyi fikir! Hatta ilk sen kal.
Yapacak bir şey yoktu. Türkün aklı bir. Bu paranın önemli bir kısmından kurtulmamız, iş bitiminde yapacağımız tüm ödemeleri peşinen yapmakla, kalanını da Londra barlarında afiyetle yemekle mümkündü. Üstelik İstanbul'daki patronumuz havaleyi erken yaptırdığımız için bize kızmış ve inşallah sorun olmaz, diye de fırçalı bir temenni yollamıştı. İşin kötüsü ertesi sabah da Londra'ya geliyordu. Paranın erken transferinde ısrarcı olan prodüksiyon şirketi ve şahsım yusuf yusuf vaziyette, Avrupa'yı dize getirecek yatırımsal çözüm peşinde koşuyorduk. Allahım bize akıl fikir ver, para içinde delireceğiz bu yaban ellerde...
- Bütçeyi çıkar, burada yapacağımız ödemelere bir bakalım.
- Hesaba göre yönetmen, studyo, ses, müzik toplam 32 bin Pound.
- Ev sahibi ve organizatöründe parasını ödedik mi süper. Adam başı 2 biner Pound falan kalır bize, onu da herkes bir yerinde saklar artık.
- Oldu bu iş. Hadi eve dönelim, paraları alıp yönetmen ve studyo ödemesini yapalım.
O Akşam üstü Studyo...
Tekrar en süslü eşofmanlarımızı sıkıca giyip, ödeme yapılacak kişilere göre meblağları ayırıp, şahsiyetin mana ve önemine en uygun yerlerimize paraları yerleştirdik. Benim sırt çantası da tepeleme Pound dolu vaziyette yola koyulduk. Studyoya vardığımızda beni paranın heyacanından daha fazla heyecanlandıran bir konuğum bekliyordu. Uzun zamandır Londra'daydı ve gözüm parada pulda değil, onun ışıl ışıl gözlerindeydi.
-Bana bak ne diyeceğim, burada sokaklar tekin değil, sakın fazla para taşıma yanında.
-Yok be tatlım çok bişi yok.
-50 Pound'tan fazla taşıma sakın. İsterlerse de hemen ver.
-Hepsi hepsi bu kadar taşıdığım paranın...  
Önce çantanın içini sonrada dolgun dekoltemi gösterdim. İri gözleri yerinden birkaç saniyeliğine çıkıp geri girdikten hemen sonra, ona muhteşem planımızı anlattım.  İşler yolundaydı yönetmen ve kameramanları hiç sorun çıkarmadı sağolsunlar. İhtimal Türkiye'ye sık gelip gittiklerindendir. Türk Birliği'ne alınmışlar besbelli.
Ama ya studyo öyle mi ya? Bön Bön Avrupalı.
-Alamayız
-Fiyat teklifiniz kadarını peşin ödeyeceğiz işte. Bütçede oynama olursa giderken hesaplaşırız. Oki doki?
-Fatura kesmeden alamayız..
-Kesin o zaman.
-İş bitmeden fatura kesemeyiz.
-Bitti farzetin yahu...
Ay ölecem yine o bön bakış. (Bu bakıştan sonra olay kilitlenir artık bunu öğrendik.)
Bilmem kaç saat Allahın avrupalısına dert anlatmaya çalıştık. Müdürleri, genel müdürleri, avukatları, sigortacıları derken olayı memleket meselesi yaptılar. (Sanırsın para koçanını Avrupa Birliği'ne alacaklar. Bizim görüşmelerin niye uzadığını anlayın işte.) Fatura kesemeyeceklerini, faturasız giriş yapamayacaklarını ama kasalarında emanete alabileceklerini söylediler...
Oh! Diyerek derin aldığımız nefesi geri veremeden oracıkta ölecektik. Avrupalının gariban kasası sadece 10 bin Pound'a kadar sigortalıymış!
Ver ver kurtulamıyoruz. Aynı mantıkla ses ve müzik ödemelerini de yapamıyorduk hiç şüphesiz.
- Senin kıçında kaç Pound kaldı?
- 8 bin.
- Senin
- 6 bin
- Allahım sen sabır ver! Evdeki paraları da hesaplarsak 23 bin Pound'luk fırça yiyeceğiz yarın sabah patrondan.
- Eve gidelim. Kusucam.
Sonunda...
Günler geceleri, geceler günleri para yeme telaşı içinde kovaladı. Biz para teleşındayken filmin kurgusu montajı bitti.  Sonunda İstanbul'a beş parasız, adam başı sekiz bavulla dönmeyi başardık. 

Film beğeniliyor, Kristal Elma ödülü ajansa geliyor. Traji komik hikayesi de size...