tag:blogger.com,1999:blog-3410739063087883422024-03-13T08:36:44.228-07:00Alafranga ét Alaturkamehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.comBlogger29125tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-81966465029228541522014-05-10T16:39:00.000-07:002014-05-11T07:08:42.204-07:00Teşvikiye Sokaklarında Anne Olmak<div class="MsoNormal">
Teşvikiye sokaklarında ılık bir Eylül günüydü. İki çocuk kadın
yaşamı dayanılır kılan hikayeleri ile beraber hızlı adımlarla geç kalınmış
doktor randevusuna yürüyordu. İkisinin de
kıvırcık saçlı, minyon oluşu tesadüf değildi. Yuvarlak alınları, küçük kalkık
burunları da... Biri kendini her gün önünden
geçtiği mağazaların vitrininden yansıyan son görüntüsü ile vedalaşırken
buluyorken, diğeri vitrinden
yansıyan görüntüde bir kaç sene sonra yaşayacağı tıpkı hikayeyi arıyordu. Halk pasajının
köşesindeki çocuk giysileri satan “
Prenses” adlı mağazanın vitrinini görmezden gelmek için karşıya geçtiler. Yaklaşık
üç ay önce bir sonuç pozitif raporu ile hamile olduğunu öğrenmiş,türlü bahanelerle
doktora gitmeyi ertelemişti. Kaçamayacağı
kadar yakınlaşan bilinmez tarihe doğru yürüyordu, büyüyen çocuk. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Doktor 'Bak bu senin bebeğin' dediğinde zorla başını çevirip
ekrana baktı. Siyah beyaz ekranda yedi renkli
anlamın heyecanı, damla damla indi boylu
boyunca uzandığı beyaz örtüye. Doktorun dediklerini duymadı bile. Tekrar görüşecekleri
günü diğer çocuk kadın yazdı belleğine. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Sokakta yürüyor hiç
konuşmuyorlardı. Birbirlerinden kaçırdıkları gözleri ıslak, zaman zaman
birbirlerine değen sıcak elleri ter içindeydi. Teşvikiye sokaklarında birlikte ter
ve gözyaşı ile büyüyorlardı. İçinde büyüyen başka bir çocuk tokat gibi inmişti suratına
çocuk kadının. Suratı allak bullaktı. Annesi de yoktu yanında. Uzaktaydı... </div>
<div class="MsoNormal">
Yıllar geçip, mevsimlerin rengi değişse de o duygunun rengi aynı
kalacaktı. Ne zaman o yollardan geçse gözü vitrinlere takılacak, son moda bir
ipek eteğin altına saklanan çocukluğunu arayacaktı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Suskun geldikleri Nişantaşı Karakolu'nun önünde “Dur
biraz, hemen geliyorum” diyerek koşarcasına karşıya geçti diğer çocuk kadın. Kısa sürede koşarcasına geri geldi. Elinde
tuttuğu iki pembe pamuk helva ile anne
olurken elinden giden çocukluğunu geri getirmişti. O günün rengi pembeydi. Ve çocuklar sokakta pamuk helva yiyerek, avaz avaz ağlayabilirdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKdbe9H3CvQl-M2Jbb4ljMWySctdWRZP7Gd5aEe1B_5DY6MdPXtUNmB3DbPdDz9zE6BgxBpTjRKLV9bonKoyqGoya-pimPRTcmMiq2Oop0xHaK8Czp4fsGwmNBUwxEzJrOzHmApGBSv5c/s1600/2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKdbe9H3CvQl-M2Jbb4ljMWySctdWRZP7Gd5aEe1B_5DY6MdPXtUNmB3DbPdDz9zE6BgxBpTjRKLV9bonKoyqGoya-pimPRTcmMiq2Oop0xHaK8Czp4fsGwmNBUwxEzJrOzHmApGBSv5c/s1600/2.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Aradan yıllar geçti. İçindeki kız bebek büyümüş, on üç
yaşına henüz girmişti. Bir kez daha anne olmuş, bir oğlu daha olmuştu. Çocukluğunu da, o pembe günü de çoktan unutmuştu. </div>
<div class="MsoNormal">
Kızı Okul takımıyla bir kaç günlüğüne Samsun’a gittiğinde bebeğinin yanında olmamak korkutuyordu onu. Gün içinde bir kaç kez yaptıkları
konuşmalarda bebeğinin ses tonunda uzakları hissediyor, huzursuzluğunu
hissettirmemek için olabildiğince neşeli olmaya çalışıyordu. Büyürken yanında olmak istiyordu. Kızı ilk
reglisini olduğunu, çocuklara göz kulak olmak için yanlarında olan
gönüllü bir annenin suratına tokat attığını söyledi. “Normal mi? Neden vurdu bana?” diye soruyordu kızı. “Normal” dedi uzak
olduğu bu saçma fikre. </div>
<div class="MsoNormal">
Bir tokatla büyümenin ne demek olduğunu bilirdi. Yanında olmalıydı. O bunları düşünürken kızı çoktan çocukluğuna geri dönmüştü yediği tokada inat.</div>
<div class="MsoNormal">
“Anne bugün çok komik bir şey oldu
biliyor musun? Samsun fuarında
gezerken pamuk helva aldım yiyordum, yanıma bir deli yaklaştı. Pamuk helvamı
çekiştirmeye başladı. O çekti ben çektim derken onun elinde kaldı. Elinde
helvaya bir süre baktı. Sonra helvayı bir hışımla yere attı, döndü gitti.” Dedi...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
“Ciddi misin?? A! Deli mi ne?” <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
“Deli dedim ya anne..”<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
Küçük kızı özlemini
gülüşmelere gizlemeye çalışırken, anne Teşvikiye sokaklarında pembe pamuk helva ile avaz avaz ağlayarak yürüyen çocuğu hatırladı. Kızı panayırdan yenisini aldığını söylerken,
annesinin “O delinin yere attığı şey çocukluğuydu.”
dediğini duymadı...<o:p></o:p><br />
<br />
Mehtap Akdeniz<br />
Mayıs 2014</div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-55660132440145742922014-01-02T09:08:00.001-08:002014-01-19T06:28:48.735-08:00Güvercin Ürkekliği<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/OualtpEOKQg?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<i><span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Beste: </span><span style="background-color: white; color: #444444; font-family: arial, sans-serif; font-size: x-small; line-height: 17.91111183166504px;">Arto Tuncboyaciyan</span></i><br />
<span style="background-color: white; color: #444444; font-family: arial, sans-serif; font-size: x-small; line-height: 17.91111183166504px;"><br /></span>
<br />
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Cümle
kapısının gece yarısından sonra üç kez kitlendiği aile apartmanın çatı katında
otururdu. Şehrin göz bebeğindeki bu eski dairenin en kalabalık yeri alçak
duvarlı büyük terasıydı. Şehrin uzaktan
duyulan uğultusu, belli belirsiz vapur düdükleri, doğudan batıya esen kuvvetli
rüzgar, korna sesleri, sokak satıcılarının yankıları, gölgesiz güneş ve kuşlar... Geniş terasında kendisini bütün
yüklerinden hafiflemiş hissederdi. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Bir cesaret aşağı
atlasa kurşun gibi ineceğini değil de, tüy gibi süzüleceğine neredeyse emindi.
Saatlerce gökyüzünde süzülen kuşlara bakar, dama sığınan güvercinleri bir kap
su ve ufalanmış ekmekle beslerdi. Mutluydu kırmızı damların arasındaki büyük
terasında Hrant.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Vakitsiz
gece avına çıkmış kara kedisi Gece, en sevdiği Taklacı’yı kaptığında henüz beş
yaşındaydı. Günlerce anlamadı bu vahşi avın sebebini. Evin uğuru sayılan kedisi
Gece’ye yabancılaşmak daha da ürkütmüştü onu. Annesine sordu, "Kediler evlerini sahiplenir" dedi annesi. "Doğanın kanunu bu", dedi dedesi, "Sadece kuşu seversen kediyi
anlayamazsın, kediyi anlamadan güvercini koruyamazsın" diye ekledi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kediyi de
anlamayı daha beş yaşında koydu kafasına. Bir gözü güvercinde iken aklı da kedisinde idi artık. Gündüzlere güvenirdi
de gecelere temkinliydi. Aileden kalma bu tedirginliğinden utana sıkıla, yine
de üç kez ard arda kitlerdi cümle kapısını. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ertesi güne
yetiştirmesi gereken yazısını bitirdiğinde nefes almak için terasa çıkmıştı o
öğlen. Kuytu köşedeki şezlongun altında yumurtalarının üstüne siper olmuş
güvercini fark etti. Güvercin
kanatlarını açarak üç kez olduğu yerde
çırpındı. Gözleri bir sağa bir sola dönüyor, dili döndüğünce ona sesleniyordu.
Bu duyguyu iyi bilirdi, tedirginliğin sessiz çırpınışlarını. Güvercin
ürkekliğini... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Saygıyla bir
iki adım geri çekildi, içeri girdi. Usulca perdeyi çekti. Ev onundu ama, ya
gökyüzüne açılan büyük teras? Gökyüzünü de mi sahiplenecekti yani? Mutfağa
gitti, akşamdan kalma bir dilim ekmeği suda ıslattı. Avuçlarında ezdi. Eski bir
gazetenin üzerine koyup, balkon kapısının önüne geldi, perdeyi araladı.
Tedirgindi. Ya ürker kaçarsa? Bir daha yuvasına dönmezse... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Cesaretini
topladı. Teras kapısını usulca açtı. Gazeteyi yere koydu. Ayağıyla iterek
yavaşça güvercine doğru yaklaştırdı. Üç kez kilitledi güvercin kanatlarını.
Başını bir sağa bir sola çevirdi. Başı yükseldi. Bir cümle kurmak ister gibi
ağzını açtı, bekledi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Onu
anlamıştı. Tam içeri giriyordu ki, ayaklarının dibinde pusuya yatan kara kedi
ile göz göze geldi. Kedinin bakışları kurşun
gibi delip geçti bedenini. Aile apartmanının kırmızı terasından beyaz bir
güvercin biraz kırgın, biraz ürkek kanatlandı, gözlerden sessizce süzülerek kayboldu... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA0vUYQJdD1QAeDX9V3o2lkQK4oVoxmtWKozR_3tFQkfGvfeOxsg9Ufi6qlczlRiU9ZN15D4Sy-TwVRXzq-wqdGkbVpgaHHnwnx2SurRMRs3Z3ejNQ81Hde4TvOjbbQmSSanNn4gOMdO0/s1600/BeR2KYlIYAA-wvg+2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiA0vUYQJdD1QAeDX9V3o2lkQK4oVoxmtWKozR_3tFQkfGvfeOxsg9Ufi6qlczlRiU9ZN15D4Sy-TwVRXzq-wqdGkbVpgaHHnwnx2SurRMRs3Z3ejNQ81Hde4TvOjbbQmSSanNn4gOMdO0/s1600/BeR2KYlIYAA-wvg+2.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kasım 2013</span></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-42272786701522216352013-10-24T13:05:00.001-07:002014-01-02T09:10:40.348-08:00Alex - Bir Hikayem Var<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="344" src="//www.youtube.com/embed/5j0jdM1L5yM" width="459"></iframe><br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Bir Hikayem Var</b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
En güzel yerinden başlamalıyım diye, düşündü adam. Güneşe
direnen uzun kirpiklerinden mesela... Kokuma doğru kuş olup kanatlanan hokka
burnundan; kafa tutan rüzgarından hatta... Toprak kokan yumuşak teninden, koyu
siyah bir kış sabahı koşup gelişinden başladı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
O sabah uyandığında saat hayli geçti. Zeytuni sohbetlerin
altında boylu boyunca uzanan zaman misali tutulmuştu bedeni. Siyah perdeler
koyu zamanları sımsıkı sarıp tutsak etmiş, soluksuz gecelerin soluğunu
kesmişti. Çıt çıkmıyordu duvarlardan.
Unutamadığı kısa anların ten kokusunu içine çekerken mevsimsiz deri ceketini
giydi. Canı sıkkındı. Göz göze gelmek istemediği her şeyden gözlerini kaçırdı
bir süre. Mor kanepede uyuyan kadının inip çıkan göğsüne ilişti gözü önce.
Sonra kadının ince belindeki kabarık kahve tanesine. Tam beninden, tam seninden
öpmek istedi. Bir süre kadını seyretti. Siyak düz saçlarından kayan küçük
kristal tokaya baktı. Kadın usulca kanepeye gömdü yüzünü, adamın gitmesini
bekledi. Kapıya yürüdü adam, ayakkabılarını giymek için yolculuk kokan parkeye
eğildi. Ayaklarının dibindeki uzun ışıklı yola baktı bir süre. Eşikten sızan
ışıktı bu... Güneş kapıya dayanmış, ben
geldim, der gibiydi. Dün geceden karanlığa kapanan kapıyı açıverse her şey
değişecek, turuncu güneş en güzel yerinden yeniden başlatıvericekti hikayeyi.
Derin uykudakiler uyanabilir, ısısız oda ısınabilirdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İçini umut kapladı, gülümsedi adam. Kemikli ince uzun elini
ışığın sıcağına tuttu, avuçları ısındı. Bu hissi iyi bilirdi. Okşamak kendini
hissetmekti. Eşikten sızan ışık öylece duruyordu avuçlarının arasında. Sevecen ve tanıdık... Uzun ışıklı yol boyu
koşan toz zerresi gibi hissetti kendini. Yol boyu savruldu. Sonra durdu. Ayağa
kalktı, elini kapının koluna cesaretle attı, kapıyı ardına kadar açtı. İçinden
hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz tam karşıdaydı. Uçsuz bucaksız deli
derinlere, aşna-fişneli koyun koynuna daldı gözleri. Bulutlara, göçüp giden
göçmen kuşlara, uçakların dağılan beyaz izlerine baktı uzun uzun. Güneşi aradı.
Saklandığı yerden renkli bir sürprizle çıkıverdi güneş. Mor mavi bir gök kuşağı
altın köprüde belirmiş, istersen koş git, der gibiydi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4FS0-VDLJ5jG0tviTTA3UYBoajnbC9DNZZeVeCwIzynERsJBLBLVw60Nhxm9VQoLlHKvGHUU6xHis-Aqx341k5MHPmHOHcPLAJyuo_yRxdIKQphWr8q9SAZCq8_esm__QeaUjydWQENE/s1600/rainbow-bridge-sm.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4FS0-VDLJ5jG0tviTTA3UYBoajnbC9DNZZeVeCwIzynERsJBLBLVw60Nhxm9VQoLlHKvGHUU6xHis-Aqx341k5MHPmHOHcPLAJyuo_yRxdIKQphWr8q9SAZCq8_esm__QeaUjydWQENE/s200/rainbow-bridge-sm.jpg" width="200" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
Derin bir soluk aldı. Eşikteki ışığı kalbine mühürledi.
Şehrin ay ışıklarına, sokağın mor salkımlarına kapattı gözlerini. Gök kuşağının
altında parlayan altın köprüde onu bekleyen çocukluğuna doğru koştu gitti. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Fa'nın ardından...</i><br />
<i>Ekim 2013</i></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-21250466703572508902013-03-27T19:09:00.002-07:002013-10-13T15:23:27.181-07:00SOYADI BAHR-I SEFİD<br />
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Osmanlı İmparatorluk topraklarının Afrika'yı içine aldığı yıllarda Derne'de yaşayan bir çocuktu Cabi. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Hayli kalabalık ailesi ile birlikte yaşadığı uçsuz bucaksız Afrika kumsallarında koşar, büyük ağaçlar arasında savaş teknikleri öğrenirdi. Kabileler arası savaşların olduğu o zamanlarda hem çevik, hem de cesur olmak gerekirdi. Babası Hayati efendi yerli halkın yönetiminden sorumlu, hayli nüfuslu biriydi.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Cabi on bir yaşına geldiğinde beklenmedik bir şey oldu. Avrupa'dan gelen İtalyan'lar memleketlerine saldırdılar. Babasını, annesini, kardeşlerini, komşularını tüm akrabalarını öldürdüler. Yurtsuz ve ailesiz kaldı. Özgürlüğün avuçlarının arasından kaçıp gittiğini hissettiği anda Türk soydaşlarını korumak için bir gemi yanaştı limana. Gemiden Fuat (Bulca), Fethi (Fethi Okyar), Nuri (Conker), Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa indiler. Aylarca süren mücadele sonuç vermediği gibi, İtalyanlar yaptıkları saldırılarla Bingazi'den, Yunanistan'a bütün Bahr-ı Sefid'i ele geçirdiler. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Limandan yenik ayrılan geminin içinde, Türk komutanlar ve yerli halktan sağ kalan bir avuç cesur genç savaşçı vardı. Onların varlığından herkes haberdardı ama ambarında saklanan dokuz yetim çocuktan kimsenin haberi yoktu. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Cabi ve sekiz arkadaşı gürültülü bir karanlıkta, artık onların olmayan toprakları bırakıp, hiç görmedikleri yeni vatanlarına gidiyorlardı. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Gemi Anadolu limanına yanaştığında tek kelime Türkçe bilmeyen yaşları yedi ile on üç arasında değişen dokuz kimsesiz çocuk ambardan çıkartıldığında ölmek üzereydiler. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Mustafa Kemal o zamanlar yetimhane olmadığından mı, yoksa çocukların direncine ve cesaretine duyduğu hayranlıktan mı bilinmez; onları kendi birliklerinde yetiştirmek üzere himayesine aldı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Yıllar geçti. Büyüdüler. Sırım gibi delikanlılar oldular. Topraklarını sevdiler. Asker oldular. Kurtuluş savaşında en önemli cephelerde, hep bu genç subaylar görev aldı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Cabi Kürt isyanını bastırmakla görevlendirildi. Ayakları dondu Sarıkamış dağlarında. Kurtuluş Savaşında Çanakkale'de günlerce aç kaldı. Açlığa dayanırdı, dayandı da... Bulduğu buğdayları avucunda kabuğundan ayırırken oluşan yaralar yüzünden avuç içlerinde ne hayat çizgisi, ne sağlık çizgisinden eser yoktu artık. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
İnandığı ve uğruna savaşılması gereken bir tek şey vardı. Özgürlük.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
"Biz bu vatanı çok zor şartlarda kazandık. Bilin bütün bunları ve siz de çocuklarınıza anlatın. Cumhuriyete sahip çıkın. Cumhuriyet özgürlüktür. Özgürlük onurlu yaşamaktır." derdi torunlarına.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Cabi Hüseyin Akdeniz. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Hüseyin adını ona kim vermişti bilinmiyordu ama soyadının nereden geldiği öyküsünde gizliydi.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Dikkatli bakarsanız bu sırrı ya 'Ordular; İlk hedefiniz Akdeniz'dir ileri' sözünü belgeleyen resimlerdeki süvari alayının ön saflarında; ya Bahr-ı Sefid'den Akdeniz'e doğru istikamet bulan yolculuğun tam ortasında; ya da Halikarnas Balıkçısı'nın " Akdeniz'de enginin ışığı göklere vurur da sanki 'Gece', uykusunda uyurken, hayatın düşünü nur içinde görür ve hayatı sayıklar. İşte bunun içindir ki 'Akdeniz' Akdeniz adını alır" dizelerinde resmettiği 'Beyaz Deniz'in en derininde bulursunuz.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Albay Hüseyin Akdeniz. (1900- 1978)</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
Benim dedem. Bir Cumhuriyet, bir özgürlük savaşçısı. </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height: 19.5px;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidx3zz6OJcSLJ0VJMss65ehqAsGe4XBm81GdO6EdH5ueoBAen4Q1e_Im7mhVYVX-mqtG-JEb4cBsihxYE0PI5RLnMCxf9i84wdcJVk_DuZc5LkpL6myfEHyhyphenhyphenQgcFqzk2mf_NQNJ4JOOI/s1600/e-1.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="256" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidx3zz6OJcSLJ0VJMss65ehqAsGe4XBm81GdO6EdH5ueoBAen4Q1e_Im7mhVYVX-mqtG-JEb4cBsihxYE0PI5RLnMCxf9i84wdcJVk_DuZc5LkpL6myfEHyhyphenhyphenQgcFqzk2mf_NQNJ4JOOI/s320/e-1.png" width="320" /></a></div>
Derne limanından kalkan gemi... </div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-24015899021717407892013-03-05T08:34:00.004-08:002013-03-05T08:34:45.052-08:00Sadece Seviversek<br />
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Hayattan beklentin nedir?' dedi adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'iyi bir eş, rahat bir hayat, yetecek kadar para. Sağlıklı çocuklar. Bunlar beklentilerim'. dedi kadın.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Nasıl bir eş istersin?' dedi adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Anlayışlı, müşfik, ilgili, sevgi dolu' dedi kadın.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Kadına baktı bir süre adam. Denize baktı. Tahta iskeleye oturdu. Sustu düşündü. Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını, kadının kendi hayallerine denk olup olmadığını düşünüyordu. Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa sorun çıkarmadan mutfağa dalıp makarna yapmak mı?</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Oysa o hep bir gün karısından önce eve gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak hayatta. Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı anlayışlı olmak? Karnı doyunca beklentileri karşılanacak mıydı kadının?</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Karnı doyan değil, gözleri parlayan bir kadındı onun aradığı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Yeterince müşfik miydi acaba? Müşfik bir eşten beklentisi neydi kadının? En üzgün anında onu dizlerine yatırıp okşamak mıydı müşfik olmak, yoksa konuşarak onu rahatlatmak mı?</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Oysa o hep bir gün eşini çok üzgün görürse elinden sımsıkı tutup en uzun yolda saatlerce yürümeyi hayal etmişti.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Deniz kenarında, ormanda baş başa uzun bir yürüyüşün sonunda onu eve getirip üstünü örtmek, uyumasını seyretmekti onun hayali. Bu kadar basit miydi müşfik eş olmak? Herhangi bir yakın dostun yapabileceğini yapmak kadar kolay mıydı? Varlığının önemini hissettireceği, ona sonuna kadar yanında olduğunu göstereceği bir eş olmak istiyordu oysa adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Kıvrılmış bir kedi değil, ayakta duran bir kadındı onun aradığı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan beklentisi neydi kadının? Her an yanyana olmak mı? Hep onu düşünmek mi? Her şeyden birlikte keyif almak mı? Tüm arkadaşlarıyla tanışmış olmak mı? Sevgilim diye tanıştırılmak mı? Sürekli dokunmak mı? Öpmek... öpmek... Bu muydu sevgi dolu erkek?</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Oysa o hep onu sadece sevmeyi hayal etmişti. Sadece sevmeyi... Sevdiğini, sevildiğini hissetmeyi... Doğduğu şehre götürüp ona sürpriz yapmayı düşlemişti. Kadınına hiç beklemediği bir anda, en olmadık yerde, markette, belki de asansörde, durduk yerde 'Seni seviyorum' demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta. Beklenmedik bir günde beklenmedik hoşluklar yapmak istiyordu oysa o..</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Saçı bembeyaz olduğunda ilk kez 'çok güzelsin' diyebileceği bir kadındı onun aradığı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Kadın adamın yanına ilişti, başını sırtına yasladı cevabı sabırla bekledi.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Peki benden beklentin nedir?' dedi adam kadına.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Hiç' dedi kadın. 'Hiç bir beklentim yok'. 'Ya senin?. Senin beklentin ne benden?'</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Bilmem hiç düşünmedim' dedi adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Oysa ikisinin de idealleri sandıkları beklentileri, iki kişilik sandıkları tek kişilik hayalleri vardı. Gün gün hayatın planları vardı kafalarında. Ama 'Hiç' diyorlardı 'Çok' yerine. Korkuları vardı. Gerçekleri duyunca ya giderse?</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Giderse gitsin... Biterse bitsin...Yeter ki sadece sevsin... Bunu diyemiyorlardı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Alışmışlardı karşısındaki ile hayalindekini 'aynı' görmeye. Belki de aynı yapmaya. Aynı olmayınca suçlamaya, kızmaya, ağlamaya... Terk etmeye. Terk edecek gücü bulamayınca sızlanmaya. Mutsuz olup, mutlu edemediği için mutsuz etmeye.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Hiç beklemesek. Beklentisiz seviversek. Olduğumuz gibi. Sen bensiz iken, ben sensizken olduğumuz hallerimizle sevsek..' dedi adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Kadın adama inanmadı. Dışı böyle der, içi başka söyler diye düşündü. Kaç kere güvenip kaç kere yanılacaktı. İnanmadı.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Adam devam etti. 'Kıskanarak değil de, özgürlüğümüzü seyrederek sevsek. Özel günlerde hediyelerle gelişi değil de, ummadık bir anda öpüşü, olmadık bir anda kapıyı çalışımızı sevsek?'</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'... Sevgiye beklentileri karıştırmadan, sevgiye başka şey katmadan koşulsuz ve katıksız sevsek... Sonunu düşünmeden, hesaplayıp çarpıp bölmeden, kurgulamadan, sorgulamadan, hayallere dalıp gerçeklikten kopmadan sevsek... Sadece sevsek... Sadece seviversek...'</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Adam konuşuyor, kadın düşünüyor,sevgi üzerine kurduğu, duyduğu cümleler beyninde yankılandıkça boğuluyor gibi oluyordu.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
"Sevgi denizi sakin ve tek başına ama yan yana yüzebilenler için mavi ve sonsuz bir yolculuktur."</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
"Beklentiler ile yüklü dalarsan denize bu ağırlığı kaldıramaz. Beklentiler ile atladığımız sevgi denizinde bize ne olur biliyor musun? Beklentilerin ağırlığı yüzünden, karanlık derinlikte birlikte boğuluruz.'</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Çırılçıplak denize girmek gibi bir şeyden bahsediyorum... Bir gün birlikte denize çırılçıplak girelim.' dedi adam.</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Peki' dedi kadın... ' Tutkuyla sevişelim denizde..<b>. </b>Ya kurtuluruz, ya boğuluruz'</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
'Boşver, böyle iyi...' dedi adam... </div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<span style="font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px; text-align: center;"><br /></span></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<span style="font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px; text-align: center;">Umudunu iskeleye bıraktı. Denize atladı. Gitti...</span></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLDnSMM_J3l7kY-NKYjVz4at8IWj8gOpbOffqrO6BzG2ThUb0kjgbCRNWHMcjCV8RJLGzMMVKTbCCJUmDRpkBGYeWDWkcv4VnRAsRCP3kikIW_K94esulEpJkSsYzEC5oFmGW0LMMd4wM/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLDnSMM_J3l7kY-NKYjVz4at8IWj8gOpbOffqrO6BzG2ThUb0kjgbCRNWHMcjCV8RJLGzMMVKTbCCJUmDRpkBGYeWDWkcv4VnRAsRCP3kikIW_K94esulEpJkSsYzEC5oFmGW0LMMd4wM/s1600/images.jpg" /></a></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
<br /></div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
Mehtap Akdeniz</div>
<div style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 13.333333969116211px; line-height: 19.49652862548828px;">
13 Aralık 2002</div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-85356247198819737662013-01-30T17:27:00.001-08:002013-01-30T17:27:52.340-08:00NURFAMOR<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">‘Önüm, arkam, sağım, solum, sobe, saklanmayan ebe’’ komutuyla birlikte kendimi sokağı döner
dönmez karşınıza çıkan, mor çiçekli bahçenin en kıymetlisi olan akşam
sefalarının altında buldum. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">İnsanı insandan, geceyi aydınlıktan gizleyen bu bol
ağaçlı küçük bahçe saklanmak için mükemmel bir yerdi. Tek bir şartla: Nurfamor
ablaya sobelenmeden bahçeden çıkabilirsen.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Bahçesine girilmesine çok kızardı. En çok da çocuklara... O bizden ne kadar
haz etmiyorsa; biz de her fırsatta onun bahçesine dalmaktan aynı ölçüde haz
duyardık. Bu iki ebeli, tek sobeli saklambaç için yılda birkaç kez cesaretimi
toplar, her şeyi göze alıp çitin kırık yerinden gizlice bahçesine sızardım.
Bunu kendime uğur saymıştım. Ne zaman bu bahçeye girsem, Nurfamor adlı korkunun
verdiği hızla ebeyi ilk sobeleyen hep ben olurdum. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Ona niçin ‘Nurfamor’
dendiğini evdekilere sormuştum. Annem, Pinokyo gibi yürüdüğü için küçükken
mahalledeki çocukların ona taktığı İtalyanca bir ad olduğunu söylemişti. Belki
de bu yüzden çocukları hiç sevmezdi. Anneannem, “Mor çiçek meraklısı olduğu
için öyle diyorlar,” demişti. Bu daha mantıklıydı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">İri üzüm salkımlarına benzeyen mor çiçeklerin altında nefesimi tutmuş,
tek bir yaprak çıtı çıkarmadan öylece duruyordum. Penceresi açık evin salonundan gelen, gelinle
damat için çalınan evlilik şarkısı işimi kolaylaştırıyordu. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Nur abla hiç
evlenmemişti. İri ellerine tezat, ince, zarif
vücutlu, pembe-beyaz tenli, hoş biriydi. Öylece durduğu zaman yazlık
sinemanın duvarına yapıştırılan afişlerdeki
güzel kadınlara benziyordu. Fakat adım atmasıyla birlikte o afişteki
güzel kadın gidiyor yerini tahta bacaklı bir kara korsan alıyordu. Hele sert
sert konuşmaya başlayınca ayağındaki o kocaman erkek ayakkabılarının ruhuna
girdiğini düşünüyordum. Ayakkabıları ona büyük geliyordu, bütün sorunu buydu. </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Ben aklımdan bunları geçirirken birden köşeden ebe Emre döndü. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Gördüm, sobe! Nurfamor’un bahçesindesin,” diye bağırdı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Sayılmazdı, isim söylemeden sayılmazdı. Hiç ses etmeden öylece
durdum. Ebe Emre’nin çitten atlayıp
bahçeye girmesiyle birlikte evin kapısı açıldı<b>
</b>ve Nur abla oracıkta belirdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Seni piç kurusu” diye bağırmasıyla, Emre hızla kendini sokağa atmıştı ki aynı anda kocaman bir siyah deri
terlik havada süzüldü. Uçtu, uçtu ve asfaltta kayarak karşı duvara çarpıp
oracığa yığıldı. Saklandığım yerden çıkmama imkan yoktu. Nurfamor kaç kere
söylemişti, “Benim bahçeme girilmeyecek’”diye. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Girilmeyen bir yerden çıkılamazdı da, öylece durdum... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Terliğimi getir çabuk,” diye Emre’ye hiddetlendi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Bana ne ya. Atmasaydın.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Getir dedim sana.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Emre yerde yatan terliği bir hışım aldı ve aynı hızla bahçeye geri
savurdu. Terlik benim bir metre kadar yakınıma düştü. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">Nurfamor “Terbiyesiz,” diye söylenerek, bahçe toprağına basmamak için
seke seke terliği almaya yanıma kadar geldi. Olduğum yerde sinmiş, neredeyse
yerle bir olmuştum, az sonra beni gördüğünde toprağa karışacaktım zaten. Siyah
bir terlik ve terliksiz bir ayak yanımda durdu. Eğilip terliğini alırken o beni,
ben de onun ayak parmaklarını gördüm. Altı taneydiler. Korkudan çift görüyor
olabilirdim. İyice baktım. Haklıydım. Hafifçe başımı kaldırdım. Göz göze
geldik. O kadar heyecanlanmıştım ki ne diyeceğimi şaşırdım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Sobe” diyebildim fısıldayarak. Bir bana baktı, bir elindeki siyah
terliğe. Kafama indirecekti. Bekledim. Terliğini giydi, korsan edasını
takınarak eve yöneldi. Kapıyı kapatmadan önce birden hışımla bana döndü, başıma
gelecekleri düşünüp iyice saklandım. Gülümsedi. Fısıldayarak beni geceye
ebeledi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;">“Sobe”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSjC28TJB-Fnynei3MWJS1bqHgteGtph10B0gj4Q4Zw5xLvEZ786HESDUgKGRju_9GEY3jmM9b-aAZm7RVTltaczSBomswjV_hQwte7a-fBlkqs8aPTC6MUyc3XBR64hdwaQjos1M18fg/s1600/slayt+10.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="202" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSjC28TJB-Fnynei3MWJS1bqHgteGtph10B0gj4Q4Zw5xLvEZ786HESDUgKGRju_9GEY3jmM9b-aAZm7RVTltaczSBomswjV_hQwte7a-fBlkqs8aPTC6MUyc3XBR64hdwaQjos1M18fg/s320/slayt+10.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; mso-bidi-font-family: Verdana;"><br /></span></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-51018176387998059612013-01-27T16:35:00.000-08:002013-01-27T16:48:31.475-08:00Figaro’nun Düğünü<br />
<div class="MsoNormal">
Karnım iyiden iyiye açıkmıştı. Bir an önce eve gidip hazır
sofraya oturup bir şeyler yemek istiyordum. Ev yakındı ama yürümek istemedim. Bütün
gün Belediye’de rakamlarla boğuşmaktan başım da ağrımaya başlamıştı. Durağa
geldiğimde Belediye’den arkadaşlar çoktan dolmuş sırasına dizilmişlerdi. Bir
kaçı bana yerini verdi. Dolmuş sırası umduğumdan çabuk gelmişti. Dolmuşa biner
binmez Fahriye’yi arayıp, getirmemi istediği bir eksik olup olmadığını sordum.
Herşey hazırdı, beni bekliyorlardı.
Telefonu cebime yerleştirirken yanımda oturan hanımı rahatsız etmiş olmalıyım
ki, oflayarak yerine yeniden yerleşti. Takındığı tavırla beni iyice geren, bu
artist kılıklı süslü kadına haddini bildirmek istedim. Vazgeçtim. Eve bir durak
kalmış olmasına rağmen soföre durmasını söyledim. Dolmuştan indim. Eve dönen
köşeye geldiğimde yağmur yağmaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırdım.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Eve vardığımda hem ıslak hem de açtım. Fahriye beni
karşıladı. ‘Hayırlı akşamlar, hoşgeldin.’ Dedi. Çocuklara seslendi. ‘Çocuklar
haydi sofraya geçin, babanız da geldi’ Üzerimden çıkarttığım pardesüyü özenle
portmantoya astı, terliklerimi uzattı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yemek boyunca pek konuşmadım. Fahriye’nin anlattığı şeylere
kulak asmadım. Sorulan soruları geçiştirdim. Fahriye yemek boyunca bir yandan yemekleri
tabaklara boşalttı, bir yandan da hafta sonu davetli olduğumuz komşu oğlu Fikri'nin düğününden bahsetti durdu. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Takmamız gereken
çeyrek altının parasını itiraz etmeden verdim. İş bununla bitmedi. Düğüne ne giyeceğimiz
konusu fazla uzadı. ‘Baldızın düğününe giydiğin elbiseyi giyersin olur biter’
diye Fahriye’ye çıkıştım. Suratını
sallayarak sofradan söylenerek kalktı. ‘Ruhsuz herif’ dediğini duydum ama duymazdan
geldim, masadan kalkıp koltuğa uzadım. Televizyonda maç özetlerini izlerken aklım
yarın gideceğim toplantıdaydı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Fahriye kahvemi getirdi. Örgüsünü alıp yanımdaki kanepeye
ilişti. Maç özetleri bitti. Kumandayı Fahriye’ye uzattım. ‘Al, ne dizi
izliyorsan izle’ dedim. Kumandayı hevesle aldı, sevdiği diziyi açtı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yarınki toplantıyı düşündüm. Dizideki artistlerin suratına
dikkatle baktım. İsimlerini bie bilmediğimi farkettim. Fahriye biliyor
olabilirdi. Sordum. Bir iki tanesinin adını söyledi, diğerlerini o da
bilmiyordu. ‘Fahriye biz en son hangi tiyatro oyununa gitmiştik?’diye sordum. Anlamsız
anlamsız suratıma baktı. ‘Ben hayatımda hiç tiyatroya gitmedim’ dedi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bana kızgın olduğu için böyle söylediğini düşündüm. Gönlünü
almalıydım. En son hangi oyuna gittiğimizi düşündüm. Bulamadım. Yıllardır
evliydik, onsuz bir tiyatro oyununa gitmiş olabilir miydim? Birden aklıma
geldi. ‘Amma da yaptın hanım. Birkaç yaz evvel gittiğimiz otelde bile izledik
unuttun mu?’ Dedim. ‘A evet onu unutmuşum. Beni de ortaya çağırmışlardı da
utanmış, çıkmamıştım. Bir o işte, başka hiç tiyatro görmedim ’ dedi. Ben de
hatırladım. Matrak bir oyundu. Ahaliyi
güldürmek için türlü maskaralıklar işte. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
‘Oraya orta denmez, sahne denir hanım. Neyse, bundan sonra
Şehir Tiyatroları’nda oynanan hiç bir oyunu kaçırmayacaksın’<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Fahrriye bana göstermemeye çalışarak, ağzını burnunu
oynattı. Bu habere komşunun oğlunun düğününe heveslendiği kadar bile heveslenmedi.
Hatta hiç inanmadı. Şaka bile sanmadı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bugün bana o görev verildiğinde ben de Fahriye gibi ağzımı
burnumu oynatmış, hiç inanmamıştım. Şaka sanmıştım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbQ5hUza3KeieGVohFOSGsraQatnjaWkP96oaCDK3j3d8Rn8IJhnWVIcvte5ZRB19Q9Ju8Ui8jHdDuEZYHiYDvECbhR1oiyz5y3l9yoFTAYo_orM0lKeqQnxi7Ggs5FYQWTxVpvctwv6I/s1600/484253_312219832199368_1204452025_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="208" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbQ5hUza3KeieGVohFOSGsraQatnjaWkP96oaCDK3j3d8Rn8IJhnWVIcvte5ZRB19Q9Ju8Ui8jHdDuEZYHiYDvECbhR1oiyz5y3l9yoFTAYo_orM0lKeqQnxi7Ggs5FYQWTxVpvctwv6I/s320/484253_312219832199368_1204452025_n.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-63923936600656416722013-01-27T16:18:00.000-08:002013-01-27T17:02:15.503-08:00BOY AYNASI<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7djvuVGqyD6ncTC-kk1DN-1fwArFYHBVbMfTQ3JVMvPs2y7MsEEoMNqcABwP5DBQWPiwKropVcOIXPbxsTxSQW2v2C9MbZ1HquziqwSF_n8tOo_R2Fh7av9qpEj2jb5rwUTXEA4wzOIs/s1600/546240_340173946078361_1671513243_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7djvuVGqyD6ncTC-kk1DN-1fwArFYHBVbMfTQ3JVMvPs2y7MsEEoMNqcABwP5DBQWPiwKropVcOIXPbxsTxSQW2v2C9MbZ1HquziqwSF_n8tOo_R2Fh7av9qpEj2jb5rwUTXEA4wzOIs/s320/546240_340173946078361_1671513243_n.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
<span style="text-indent: 35.4pt;">Ayvalık’taki</span><span style="text-indent: 35.4pt;"> </span><span style="text-indent: 35.4pt;">üç katlı taş evin
bütün odaları gün boyu ziyaretçilerle dolup taşmış, Eylül serinliği akşamüstüne
doğru duvarları soğutmaya başlamıştı. Anneannem ölmüştü. Cenaze evinin taziye
havasından kurtulup çocukluğuma uzanan merdivenlere yöneldim .</span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
Merdiven başındaki pencerenin
altındaki büyük sandık her zamanki yerinde gelenleri karşılıyordu. Pencereden giren kızgın güneş, üzerindeki
püsküllü yeşil örtüyü soldurmuştu. Çocukken yaptığım gibi, üzerine çıkıp
oturdum. Huzursuz salınan dantel perdenin arkasına gizlenen zeytin dalları
güneşi sakinleştirecek kadar büyümüştü. İkinci kattaki en büyük odanın kapısı
aralıktı. Çocukluğuma dair en derin izlerin, yoğun anneanne kokusunun olduğu
yer orasıydı. Pirinç başlıklı yatağa yatıp pamuk yastığı burnuma dayamak,
annenane kokusunun koynuna yatmak istedim. Odaya doğru yürüdüm. Kapı
aralığından bakınca annemle Nihal teyzemi gördüm. Boy aynalı, iki kapısı olan, oymalı
tahta gardrobun önünde duruyorlardı. Hiç konuşmuyor, aynadan yansıyan
görüntülerinde bile göz göze gelmekten kaçınıyorlardı. Beni görmediler.
Onları anılarıyla başbaşa bırakmak istediysem de geri dönmekte biraz tereddüt
ettim. Annem yere eğildi. Gardrobun altındaki iki büyük çekmeceden sol
taraftakini yavaşça açtı. Açılırken
sürtünen tahtadan çıkan ses çok tanıdıktı. Gülümsedim. Gidemedim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
O iki çekmece tığla örülmüş küçük el bezi battaniyelerin altında
kendimizi büyüttüğümüz bebek evimizdi. Sağdaki Berrinin, soldaki benim.
Sehpalardan aşırdığımız örtülerden dantel perdeleri, kırpık şifonlardan yatak
takımları, divitin pazenden çiçekli halıları olan renkli dünyamızdı. Kasabaya
gelen panayırdan aldığımız pembe plastik çay takımını yarı yarıya paylaşmıştık.
Salondaki orta sehpasından alıp içine sığdırdığımız porselen atlı araba
biblosuyla çekmeceler arası komşu ziyaretleri yapardık. Birbirimize yemek
davetleri verir, başbaşa vererek kurduğumuz iki kapılı yuvanın ortak çatısını,
başımızdan çekmeceye dökülen ipek saçlarımızla örterdik. Oyun bitince derli
toplu anneler gibi içini toplar, bebeklerimizin üstünü şefkatle örter, derin
uykularından uyandırmadan usulca çekmeceleri kapatırdık. Tahtanın
sürtünmesiyle çıkan o büyülü ses oyunun
başlama ve bitiş ziliydi. Oyun boyunca birbirimizin yüzüne doğrudan bakmaz,
aynaya bakarak konuşurduk. Ayna bizi içine alır, birbirimizin gördüğü gözle
kendimizi görmemize vesile olurdu.
Aynada seyirci olmanın keyfini çıkarırdık. Oyunu oyun gibi oynamanın
hakkını verirdik.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
O yaz aslında tatsız başlamıştı. Nihal teyzem eşini ve oğlunu bir deniz
kazasında kaybetmişti. Eşinden kalan büyük mirasa rağmen, tek başına hayata
devam edemeyeceğini kabullenip anneannemin yanına, bu eve yerleşmişti. Çok
mutsuzdu. Bu tatsız olayın evde estirdiği kasvetli havaya rağmen o yaz
Berrin’le çok eğlenmiştik. Ortalarda dolaşan çocuk neşesinin teyzemin acısını
artıracağını düşünen anneannem, bize bu çekmece oyununu öğretmişti. Annem ile
Nihal teyzemin de çocukken burada oynadıklarını bilmek bize çok iyi gelmişti.
Sağdaki Nihal teyzemin, soldaki annemindi. Neredeyse bütün yazı bu iki
çekmecenin içinde, gardrobun dibinde, boy aynasının önünde geçirmiştik.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
Ne zaman çocukluğumu özlesem bu boy aynası evvel zamanlardan çıkagelir,
karşıma dikilir, gelişkin bedenim aynada küçülür, çocuk olur, ne yaparsam
yapayım aynada Berrin olmadan büyüyemezdim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
Annem açtığı çekmecede bulamadığı her şeye, uyumayan bebeklere,
göremediği dantel örtülere baktı. Tıplı Ayvalık’tan Balıkesir’e döndüğümüz günün sabahı gibi
ağlıyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
O yıl
ilkokula başlayacaktım. Berrin okula başlayalı dört yıl olmuştu. Çok
hevesliydim. Taziyelerle geçen hüzünlü yazın bebek evinden şehrin kışına,
Berrin’siz dönmüştük. Aylarca dur durak bilmeyen sorularımın sonunda teyzeme
evlatlık verildiğini öğrendiğim zaman neler olup bittiğini tam anladım
sayılmazdı. İçimdeki boşluğun artarak, kemiklerimi kırarak beni büyüttüğünü de
annem anlamamıştı. Hevesim kalmamıştı. Berrin’den gelen haberler canımı sıkar
olmuştu. Biz Balıkesir’de kıt kanaat geçinirken, Berrin, teyzemin serveti
sayesinde mutluydu. Haberlerin kahramanı değişmiş, Berrin olmaktan çıkmış,
Berrinin hayatı, benden izler taşımayan havadisler halini almıştı. En büyük
hediyem arada bir anneannemin yolladığı zeytinyağı ve sabun kolileri içinden çıkan küçülmüş
süslü elbiseler ve ayakkabılardı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
En son ertesi yıl, babamın işçi olarak Almanya’ya kabul edilip
gidişimizin kesinleşmesi üzerine bir kaç günlüğüne vedalaşmaya gelmiştik bu
eve. Berrin bir yıl içinde büyümüş, ergenlik çağına yakın sakin bir kızdı
artık. Büyük bir odası, bir dolap dolusu elbisesi vardı. Maddi zorlukların bizi
gurbete sürüklemesinin öfkesiyle Berrinin yerinde olmak, orada kalmak istediğim
son gecemizde anneme ilk ve son kez, ‘Neden ben değil de o?’ sorusunu
sorduğumda bu çekmecenin önündeydik. Yine ağlıyordu. Kısa ve buruk vedalaşmadan
sonra ayrıldığım bu eve bir daha hiç gelemedim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
Almanya’da geçen yıllar bu evi, çekmecelerin içindeki
evciliği, üzüm ve şeftali dolu meyve sepetlerini, tarhana kokusunu, ağustos
böceklerinin sızlanmalarını, Berrin’i unutmaya çalışmakla geçmişti. Bir süre
sonra bu boşluk ergenleşerek değişime uğramış, yerini karşı sınıftaki oğlanın
sarı saçlarına, bahar pikniğinde pişireceğim vişneli turtanın heyecanına
bırakmıştı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
Unuttuğumu sandığım her şey biraz eksik, bir hayli tamam aklımdan
geçerken çıkardığım hıçkırık sesi beni ele verdi . Beni gördüler. Odaya girdim.
Açık boş çekmeceme baktım. Berrin’in bebek evini açmak, hayallerimdeki
eksikleri tamamlamak, Berrin’in bebek evine tekrar gitmek istiyordum.
Cesaretimi topladım, çekmeceyi usulca açtım. Gıcırdayan tahtaların sesi oyunu
tekrar başlattı. Devamı gelmedi. Berrin’in bebek evi de boştu. Aynaya baktım.
Berrin kapının önünde durmuş, başını
pervaza yaslamış aynadan bana bakıyordu. Çocukluğumuz göz göze
geldi. İçinden geçenler boş çekmeceyi
doldurmaya başlamıştı Terkedilmiş bebek
evinin sadık sakiniydi o. Benim neşeli geçmişimi sakladığım çekmeceye, Berrin
sessizliği kitlemişti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-indent: 35.4pt;">
Çekmecenin içinde dip köşelere sıkışmış bir fotoğraf gördüm. Evin
önündeki taş merdivende anneannem, annem, teyzem, ben ve Berrin tarhana
ovalarken çekilen fotoğraf. Ertesi gün Balıkesir’e döneceğimiz için alelacele
tarhanaları bitirmeye çalışıyor, durumdan habersiz, çok eğleniyorduk. Sakladığım,
unutmaya çalıştığım her şey zihnimde yeniden canlanmaya başladı. Heyecanla
aynadan Berrin’e baktım. Yaz
sıcağı onun saçlarını başak gibi yapardı. Şimdi siyahtı. Benimle Berrin arasına
sıkışan görüntüye bir el girdi. Fotağrafa uzandı. Çocukluğumuzu avucuna aldı. Hayatımız
annemin ellerinin arasında tüy gibi titriyordu. Ters yüz olmuş mazi aynadan
bize dik dik bakıyor, oyunun kahramanlarıysa pür neşe oyuna aynadan
katılıyorlardı. Büyük evin sessizliğini fotoğrafın arkasına düşülen
nottaki sarı saçlı kızın çığlığı bozdu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
“ Neden ben değil de o? ‘”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<o:p></o:p></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-20732728464359458282012-12-06T14:00:00.002-08:002012-12-06T14:00:28.030-08:00Hikayecinin Hikayesi<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQTI4eOUIni4HSiNIaBV6VDgSJ29FQJRpZLeEA3nV2iB1jB1TuNdtZIR5TYa8alZp__HZwrxhpZAWq8ApKcyt4pVr29jq_uBt9hyphenhyphenEJwb-bgY6KKDMpk0jbiu9B8l3CnkJ8A2xguKqAUpo/s1600/395083_570736232942376_1029393038_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="238" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQTI4eOUIni4HSiNIaBV6VDgSJ29FQJRpZLeEA3nV2iB1jB1TuNdtZIR5TYa8alZp__HZwrxhpZAWq8ApKcyt4pVr29jq_uBt9hyphenhyphenEJwb-bgY6KKDMpk0jbiu9B8l3CnkJ8A2xguKqAUpo/s320/395083_570736232942376_1029393038_n.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="text-indent: 35.4pt;">Her şey
bundan üç sene evvel YapımLab’ın açtığı Yekta Kopan ile Okumak/Yazmak Atölyesine
kayıt olmamla başladı.</span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
O sırada
okumadığım yeni çıkan kitaplar listesi giderek dağ gibi başucumda kâbus olup
birikiyordu. Hayat şartları kitap okumakla ilişkimi oldukça bozmuştu. Bir
yolunu bulup, bana uygun bir okumak yazmak atölyesine gitmeye karar verdim.
Atölyeye okur yolculuğumla bozulan ilişkimi toparlamak amaçlı bir terapi olarak
bakıyordum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Bu duygularla
kayıt olduğum YapımLab Yekta Kopan
Atölyesi bana umduğumun çok daha ötesinde kazanımlar sağladı. Kitap okumayı
öğrendim. Evet öğrendim. İnsanların ruhlarına dokunma isteğim arttı. Öykü
çözümlemeyi, karekter yaratmayı, olana bitene yazar gözüyle bakmayı, olay
örgüsünü, kurmaca dünya kurmayı öğrendim. On derslik ilk kur bitti. Ardından on
ders daha.. ve bir on ders daha. Biten kur bana yetmedikçe yetersizliğimi
görüyordum. Bildikçe bilgisizliğimle yüzleşiyordum. Okumakla kalmıyor,
yazıyordum. Son dersimizde Yekta Kopan beni, “Sen artık romanını yazmalısın,
hikâyen de hazır,” diyerek uğurladığında omuzlarıma bırakıverdiği yük öylesine
güzeldiki. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Okumak/Yazmak
Atölyesi devam ederken, eş zamanlı olarak YapımLab’da sinema üzerine eğitimler
başlamıştı. Bir gün Yekta Kopan yazdığım öyküyü dinledikten sonra, “Sen aslında
öyküden çok senaryo yazıyorsun, senin her öykünden film olabilir,” dedi. Yekta
Kopan’nın bu görüşünü Zeynep Özbatur’la paylaştığımda şans bu ya bir kaç hafta
sonra bir senaryo atölyesi başlıyordu. Hemen karar verip, senaryo atölyeye
kaydımı yaptırdım. İki kursu bir arada yürütmek beni zorlayacak olsa da denemeye
değerdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b>Eğitim Senaryosu<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Nilgün Öneş
ile senaryo atölyesi benim için bir başka yola doğru ilk adım oldu. Uygulamalı
bir atölyeydi. Kendi oluşturduğumuz hikâyeyi senaryolaştırmamız üzerine
kuruluydu. Senarist mantığının nasıl çalıştığını, senaristin anlamını, öykü
yazmakla senaryo yazmanın derin farkını tam olarak görebildim. Haftanın bir
günü yazdığım gereksiz cümleleri, bir başka günü yazdığım gereksiz planları
atıyordum. Senaryo yazımından önce uzun bir dramaturji safhası gerektiği,
araştırmanın çok önemli olduğu netti. Sosyoloji, felsefe, ekonomi, mühendislik,
gurmelik, hatta tıp bilgisinin gerektiği, eğer bilmiyorsan mutlaka
uzmanlarından görüş alınması gerektiği, masa başı çalışması dediğimiz uzun bir
süreçti bu. Hem çok zevkli hem de çok gerçekti. Öykü yazarken alabildiğine
koptuğun gerçekliğe, senaryo yazarken olabildiğince yakın durmak gerektiğini
gördüm. Gerçeklik! Benim için biçilmiş kaftan buydu. Araştırmak! Benim en çok
keyif aldığım alandı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Bu dönemde
gidebildiğim bütün seminerlere katıldım. Ustaları dinledim. Notlar aldım. Bu
notlar sırasında üç konunun önemli olduğuna karar verdim: Birincisi, seni
motive edecek bir derdin olmalıydı.
Derdini özgün bir hikâyeyle anlatmalıydın. Anlatmak yetmiyordu.
Öykücülükten farklı olarak senaryo yazımının kendi içindeki matematiği kavraman
gerekiyordu. İkincisi; elindeki altmış,
yetmiş sayfalık senaryoya bir yandan seyirci gözüyle, öte taraftan yapımcı gibi
bakabilmeyi bilmen gerekiyordu. Teknik düzeyde çekim süreci bilgi ve deneyimine
sahip olmak şarttı. Üçüncüsü ise sinemanın bir sektör olduğunun bilincinde
olup, sektörü ve dinamiklerini öğrenmekti. Yani eğitim şarttı. Eğitime devam
ettim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
12 haftalık
Nilgün Öneş atölyesi biter bitmez, YapımLab’da Burak Göral ile Senaryo Yazmak Atölyesine
başladım. Uygulamalı bir kurs değildi. Daha metodik bir atölyeydi. Mevcut
filmlerin röntgenini çekiyorduk. İşin içine görsel anlatı, zamanlama ve anlatım
yöntemleri de girmişti. Yönetmenleri tanımaya başladım. On haftalık eğitimde,
filmleri anlamak ve çözümlemek amacıyla izlemeyi öğrendim. Bir film
eleştirmeninin gözünden filmlere bakmayı öğrendim. En önemlisi bir eleştirmen
filmlerde neye bakar bunu keşfettim. Senaryo yazmanın matematiği nedir? Doğru
formatlar. İyi bir filmde senaryonun oynadığı rol nedir? Ekip işi olan sinemanın senaryo başarısından
ya da yönetmenin becerisinden ibaret olmayan büyük bir bütün olduğuna ikna
oldum. Sinema filmi adı altında toplanan bütün sanatların hatta kuramların
kurgusal bir şölene nasıl dönüştürülebileceğini sezdim. Burak Göral’ın
bloglarını takip edip, izlediğim filmlerle ilgili görüşlerine bakıyordum.
Sinema üzerine kuramsal kitaplar okumaya, dahası yeniden yıllar sonra felsefe
okumaya başladım. Sinema ve felsefe iyi bir ikiliydi. Felsefesi olmayan senaryo,
evrenselliğinden çok şey kaybediyordu. Sinema kuramcılarının peşine düştüm.
“İyi film” denilen filmlerdeki iyinin en temelde ne olduğunu anlamaya gayret
ettim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Hala
eksiktim. Sektörü tanımıyordum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b>Sektörden Önce Kaktüs<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Eğitim sadece
sınıf sıralarında ve uzman ellerde olmuyor kuşkusuz. YapımLab’da yerleşik
yuvarlak masanın başına toplanmış seçilmiş dostlarla da olabilir. Yekta Kopan Atölyesinde
giderek çoğalan bir ekip olmuştuk. Her Perşembe ders çıkışı, Cihangir Kaktüs’de
toplanıp hayattan, edebiyattan konuşup ruhlarımızı iyileştiriyor, birbirimizi
geliştiriyorduk. Eğitiyorduk. Yuvarlak bir masanın etrafında toplandığımız o
ilk Kasım akşamına kadar hayatın köşeli, dikdörtgen masalarında düz çizgilerden
düşmeden iyi niyetle hayallerine yürümeye çalışan, yolu YapımLab’dan geçen
yirmi iyi insan. Günlerce, saatlerce konuştuk. Birlikte sinema festivallerine,
tiyatrolara, sergilere, seminerlere, konserlere, söyleşilere, konferanslara
gittik. Hep niyet ettik ama bir kere bile Nevizade’de rakı içmeyi beceremedik.
Giderek öykülerimiz birikti. Çok oldu. Çok olduk, kendimize bir blog açtık.
Adımızı Cihangir’de YapımLab’da bizi buluşturan o büyülü yerin adını verdik,
“Yuvarlak Masa Yazarları” dedik. Blogumuz daha ilk haftadan on bin kere ziyaret
edilince, kendimize güvenimiz arttı.
Mükemmel bir ekip olmuştuk. Hepimizin öykülerinden oluşan bir toplu öykü kitabı
bastırmaya karar verdik. Şu anda onun çalışmaları devam ediyoruz. Önümüzdeki
yıl, bahar aylarında kitabımız raflarda da olmasını ümit ediyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b>Zeynep Özbatur Atakan ile Yapım Atölyesi<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Hikâyenin ilk
pik noktası YapımLab’a ayak bastığım gün ise, ikinci pik noktası bu atölyeye
başladığım gündür. On yedi sene reklamcılık yapmış biri olarak, yaratıcı
sürecin, ekip yönetiminin, film setlerinin, ürün satmanın, marka yaratmanın ne
demek olduğunu biliyordum ancak sinema sektörünün ne olduğunu bilmiyordum.
Sinema tam anlamıyla bir sanat değildi. Sinema bir sektördü. İşin içinde
yaratıcılık belki ön planda idi ama tek başına yaratıcılığın hiç bir anlamı
yoktu. Dünyanın en iyi senaryosunu
yazsan, dünyanın en iyi yönetmeni olsan da tek başına bir hiçtin. Sanat
olamaması da işte bu ‘iş’ olma durumu nedeniyleydi. Sinema bir işti.
Öğrenilebilir bir şeydi. İşte bu anlamda eğitim şarttı. Oysa Edebiyat/yazarlık öğrenilebilir bir şey
değildi. Yalnız başına bir süreçti. İşte o yüzden sanattı. Yazmak önemli oranda
şahsi yetenek gerektiriyordu. Olmamış
bir metni olduracak görüntüler, müzik, efekt gibi yan dalların desteği yoktu.
Tüm duyguları cümlelerinle satır satır ifade edebilmeliydin. Eğitim ile sadece
doğru yazmayı ve okumayı öğreniyordun, bir de yazıp yazamayacağını. Bu da
azımsanacak bir bilgi değildi, en azından rasyonel hayaller kurmak için insanın
aklını başına getiriyordu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
<i>(Buraya bir ekleme yapmam gerek. YapımLab’da
yapımcılık kursuna başladıktan kısa bir süre sonra bir eleştirmene yazdıklarımı
okutmak ve yazmak konusunda kendime doğru/gerçekçi notumu vermek için bir başka
oluşumun edebiyat atölyesine daha gittim. Hikâye analizi ve yazdığım
öykülerimin, eleştirmen gözüyle incelendiği altmış saatlik kursun sonunda bir kitap
bastırmanın yazmaktan daha zor olduğuna ikna olmuştum. Eleştirmenleri ve
yayınevlerini ikna edecek bir kitap yazmak kolay bir şey değildi. Parayı
bastırırsan ilk öykünü yayınlatabilir ya da ilk kitabını bastırabilirdin. Bu
bilgi bana yetti. Kitabımı param olunca yazmaya karar verdim.)<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Zeynep
Özbatur’la yapımcılık dersi için girdiğim sınıf gerçekten benim için büyük bir
şanstı. Sınıfta inanılmaz bir sinerji ve ekip ruhu vardı. Daha ilk haftadan
birbirine destek olmak isteyen, egoları sıfır, sinema için bir şeyler yapmaya
kararlı yönetmen adayları, yapımcı adayları, bir gazetenin sinema yazarı,
oyuncu ve senaryo yazarı adaylarının olduğu bir sınıftı. Zeynep Özbatur’un
yarattığı sinerjiyle eğitim günleri çok keyifli ve verimli geçiyordu. Altı ay
sürdü. Zeynep, sinemanın bütün bileşenlerini yaşadığı deneyimlerden
örnekleyerek, onca yıldır biriktirdiği hazine değerindeki hiç bir bilgiyi
sakınmadan oluk oluk akıtıyordu bizlere. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Yapım Atölyesinde
bir film senaryosuna yapımcı ve en nihayetinde seyirci gözü ile bakmayı, senaryo
yazarken hayal gücüne gaz verip bir planda bir film bütçesi maliyeti gerektiren
planlar yazıvermemeyi, senaryo aşamasında güçlü ve zayıf yanları keşfetmeyi,
bir filmin “ana cümlesinin” niçin çok önemli olduğunu, her senaryoyu her
yönetmenin niçin çekemeyeceğini, hangi projeye hangi kanallardan fon
bulunabileceğini, hukuksal süreçleri, telif haklarını, dağıtımın inceliklerini,
film pazarlarını ve beklentilerini, ulusal ve uluslararası sinema satış
marketinin dinamiklerini, ortak yapımcı bulmanın püf noktalarını, setten yayın
kopyasına kadar giden sürecin önceden nasıl planlanıp bütçelendirileceğini,
Proje projelendirmeyi, yapımcının para veren etkisiz eleman değil, aslında
sektörün beyni olduğunu öğrendim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Artık
senaryolara bu gözle bakıyorum. Fon bulabilir mi? O sahne gerekli mi? Karakterler
tutarlı mı? Gişe mi yapar, ödülleri mi toplar? Ortak yapımcı kim olabilir?
Bütçesi yaklaşık ne olur? Hepsini elime gelen dosyayı okuyarak tahmin
edebiliyorum. Elbette bunda diğer eğitimlerin, elimdeki felsefe diplomasının,
psikolojiye duyduğum özel ilginin ve reklam deneyiminin büyük etkisi vardı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
Kurs bittiğinde hepimiz elimizi
taşın altına koyup öğrendiklerimizi deneyim etmeliydik. Zeynep’in bize en
önemli tavsiyesi buydu. Telefonla bile olsa bir kısa film çekin, diyordu.
Hepimiz Zeynep’in danışmanlığında projeler oluşturduk. Bütçeler yaptık ve
filmlerimizi çekip, Aralık ayındaki toplu gösterimde buluşmak üzere dağıldık.
Ama hiç kopmadık. Herkes birbirine yardım etti. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Kendi
öykülerimden bir kısa film çıkarmakta zorlanıyordum. Dışarıdan bakamıyor, benim
anladığım şeyi başkalarının bire bir anlamamasından hatta yorumlamasından
rahatsız oluyordum. Henüz tam profesyonel değildim. Yönetmenlik gibi bir
hevesim de hiç yoktu. Fikirlerimin, hayatımdan izler taşıyan hikâyelerin
başkaları tarafından değişime uğramasına seyirci kalamıyordum. Senaryomu teslim
edeceğim yönetmen onu elleyip, koklayıp kendine göre başka bir şey yapacaktı.
Buna hazır değildim. Başka birinin öyküsünü senaryolaştırmam gerekiyordu. Öykü
kitabı okumaya başladım. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Bu sırada
altmış saatlik edebiyat kursuna da devam ediyordum. O sınıfta YapımLab’daki
Yekta Kopan kursundan arkadaşlarım vardı tabi... Bu sefer uzun bir dikdörtgen
toplantı masasının etrafında uzun cetvel gibi diziliydik. Öykü kitaplarıyla da
bir yere varamadım. Zaten bir öğrenci filmi için telif ödemeyi gerektirecek bir
çözüm, yüksek bir bütçe de çok anlamsızdı. Bu yolla senaryolara anlam katan
yazar/yönetmen görüşü denen ve aslında her şeyi anlamlı kılan alt metne de ulaşamıyordum.
Bu öyküyü neden yazdığını anlattığı metne ihtiyacım vardı. Senaryo hatta film
bu metin ile can buluyordu benim zihnimde. Bildik tanıdık bir yazara ihtiyacım
vardı. Beni seven bana güvenen dost bir yazara. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b>Kendisi Kısa, Hikâyesi Uzun Film<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b>“ADEM ELMASI”<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
YapımLab
Yekta Kopan atölyesinden tanıdığım Şebnem Dönmez de benden bir önceki kurda
YapımLab’da Zeynep’in yapım atölyesine katılmıştı. Aslında onunda yapması
gereken bir bitirme ödevi vardı. Bir senaryo yazalım ve sonra çekelim diye
anlaştık. Yönetmenliği o yapacaktı. Uzun bir ön hazırlık dönemi geçti. Filmler
izledik, kitaplar okuduk, yazdık çizdik. Ana tema aradık. Çalıştık. Çalıştık.
Sonra bir gün bir şey oldu. YapımLab Yekta Kopan atölyesinden tanıdığım Gülda
Şahin ile altmış saatlik kurstaydık. Öyküsünü okudu ve eleştirmen/yayıncı
hocamız, “Hiç beğenmedim,” deyiverdi. Oysa ben bayılmıştım. “Ben bu öyküyü istiyorum,
kısa filmini yapalım,” dedim. “Verdim gitti, hatta çekimler için para da
veririm,”dedi Gülda. Meğer bir önceki yıl gittiğimiz ve benim olmadığım bir
derste Yekta Kopan atölyesinde aynı öyküyü okumuş, atölye öğrencilerinden
arkadaşımız cast direktörü Harika Uygur, “Bundan kısa film olur,” demiş. Aklın
yolu bir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Şebnem öyküyü
okudu, beğendi. Hemen ertesi gün buluşup senaryoyu yazdık. Senaryoyu okuyan
herkes çok beğeniyordu. Öyküsü yeniden ele alınan, adı değişen ve başka bir
hale dönüşen Gülda’nın senaroyu ilk okuduğunda en derininde neler hissettiğini
hiç bilemedik. Benim kaygılarımı taşıdı mı soramadık. Ama ben yazara ve onun iç
dünyasına yakın olduğumuza emindim. Güzel, dedi. Çok heyecanlandım, dedi. “Adem
Elması çok güzel isim,” dedi. “Sözüm söz,” dedi. “Sizi seviyorum,” dedi.
Yürektendi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
İş çekim
senaryosu ve hazırlıklarına gelmişti. Şebnem gerçekten çok titiz çalıştı. İlk
film için duyulan bütün heyecanları duydu. Aslında senaryoyu yazdığımızdan
sonrasını Şebnem’den dinlemek lazım. Uzun bir hazırlık sürecinden sonra film
geçtiğimiz akşam çekildi. Aralık ayındaki YapımLab öğrenci filmleri toplu
gösterimine hazır olacak. İlk film için hatalarımız olabilir ama bizler iyi
öğrencileriz, gerçekten iyi niyetle çok çalıştık. Hala öğrenmem gereken çok şey
var. Eğitime devam.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; text-indent: 35.4pt;">
Bu uzun hikâyenin
kahramanları Şebnem, Mehtap ve Gülda’dan ibaret değil elbette. Kahramanların
tamamının tek tek isimleri kalbime yazılı. Biz iyi bir ekibiz. Bizi bir araya
getiren YapımLab’a, kalbimizdeki ışığı doğru yöne tutmamıza vesile olan Yekta
Kopan’a, Nilgün Öneş’e, Burak Göral’a,
Zeynep Özbatur Atakan’a, hayalimizi ete kemiğe büründüren herkese…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
Kalpten sevgiler.<o:p></o:p></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-36811671875644061472012-07-26T15:56:00.003-07:002012-07-26T15:56:48.386-07:00Hindigo anneler + Frigo babalar = İndigo yavrucaklar<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<i><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Haber:
Zeki, bilgece konuşan, yetenekli ve biraz da anlaşılmazlar... Uzmanlar yeni bir
dünya düzeni kuracaklarına inanılan "İndigo çocuklar"ın gerçekten
özel olarak gönderilmiş varlıklar mı yoksa zamane çocukları mı olduğunu
araştırıyor. Beyinlerinin her iki lobunu da mükemmel kullanan indigo çocukları
anlamak için onlara yetişkin gibi davranmak gerekiyor. Aynı anda birden fazla
konuyla ilgilenebiliyorlar. Kendilerine saygı duyulmasını, ciddiye alınmayı
istiyorlar. Verdikleri cevaplarla herkesi şaşkına çeviriyorlar. Bunlar zamane
değil, indigo çocuklar. Uzmanlara göre beyinlerinin sağ ve sol loblarını
mükemmel kullanan bu çocuklar geleceğin çocukları. Onları anlamak için biraz
çaba göstermek gerekiyor. Kristal Çocuklar, İndigo Çocuklar'dan sonra dünyaya
gelmiş olan yeni kuşaktır. Aşağı yukarı sıfır ila yedi yaş arasında bulunan bu
kuşak önceki kuşaklardan farklıdır. Birçok bakımdan ideal olan bu çocuklar
insanlığın nereye doğru yöneldiğini göstermektedirler... Ve bu çok olumlu bir
yöndür! Bu çocuklar, İndigolar gibi son derece pisişik ve duyarlıdırlar, ama
onlar gibi savaşçı ruhlu ve öfkeli değil; mutlu, bağışlayıcı ve sakin
yaradılışlıdırlar. Kristal Çocuklar içsel ve dışsal olarak çok güzeldirler;
gözlerine bir kez baktığınızda, onlardaki Tanrısal sevgiyi ve bilgeliği
görebilirsiniz. Onların auraları parlak ve harelidir; onlar adeta içlerinden
ışık saçarlar! Onlar geçmiş yaşamlarından, uzak galaksilerden, barış ve
sevgiyle ilgili derin iç görülerinden söz ederler. İstanbul'da açılan yuvada
indigo çocuklara özel bir eğitim uygulanıyor. (Görüntüde bir uzman)
"Ebeveynler olarak, çocuklarımız gözümüzün bebekleri olduğu için onları
çok akıllı, çok mükemmel, çok çalışkan, her şeyin en iyisi noktasında görme
eğilimimiz var. Ancak bazı çocuklar var ki aramızda gerçekten çok özeller. Özel
olduklarını algıları açık ve objektif bir ana-babaysanız görebiliyorsunuz
zaten... "İndigo" aslında bir yaşam renginin adı. Parapsikoloji ile
haşır neşir olanlar bilirler; hepimizin bir yaşam rengi var. Çivit mavisi ise
bu özel çocukların yaşam rengi. Sayıları çok az olsa da Amerika'da bu çocuklar
için farklı eğitim sistemleri geliştirmiş okullar var. "<o:p></o:p></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Olacağı buydu aslında,
niye hayret ediyorum ki? Önce kariyer, sonra Katmandu derken en sona çocuk
bırakılırsa olacağı budur! Çocuklar giderek eskiden sahip oldukları
doğallığından uzaklaştırdığından beri, sosyal alanda bir sorun alanı olmaya
başladı gerçekten. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Peki ne oldu da 'çocuk'
sorun alanı olmaya başladı? Cevabı basit!. Eskiden anneler annelik yapardı.
Babalar babalık; çocuklar da çocukluk! Sonra? Şimdi durum değişti. Evlilikler
ve dolayısıyla aileler ekonomik bir çözüm olarak kurulmaya başladı. Her konuda
eğitimli kadın, ‘annelik’ denen bu
içgüdüsel duruma adapte olamayınca topu taca attı. Okumayla, falla, anneye
sormayla, google taramayla olmadı. Çünkü bu çağın çocukları başkaydı, bu kadar
dış uyaran karşısında çocuk ‘bildiğimiz çocuk’ olmaktan çıkarılmıştı. Eski
zaman annesi gibi evde börek, kek, dolma yapma hakkı da elinden alınan yeni
zaman annesi 'Ben bu işi beceremedim, çocuk bir acayip oldu' demektense,
durumunu ekonomik şartların ağırlığına ve işe gitme, çalışma zorunluluğuna
bağladı. Bakacak durumum yok diyen anne topu neredeyse tirübüne fırlattı. Annelik
yapmaz haldeki madur anne, dadı tutar oldu. Babalar babalık yapmaz çocuk
uyumadan eve gelmez oldu. Çocuklar da durmadı tabi bu yeni şartlarda. Onlar da
değişti. Gün boyu sokakta koşup oynayan, okul zamanı okula giden, cam kıran,
kedi kovalayan özelliklerini yitirdiler. Ailelerin boş vakitlerinde
oynaştıkları bir maymun oldular. Ailelerin hiç bir ilişki kurmadıkları, ne
istediklerini bile tam olarak anlayamadıkları çocuklarını deli ettikleri
yetmedi bir de yeni ulvi kılıflar uydurmaya başladılar. Neymiş bu tuhaf
yaratıklar uzaydan gelmişmiş, indigo çocuklarmış hepsi... Şu hindigo anneleri
ve frigo babaları dizimin üstüne yatırıp bir güzel pataklayayım da görsünler
indigo çocukların nereden geldiğini.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Süper
pazarlama fikri 1<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Önce hindigo anneyi
tanıyalım. Tüm konsantrasyonunu mükemmeli yakalamak ve kendini kakalamak
üzerine kurduğundan, dik meme; süper kariyer; zeki kelle; pürüzsüz ten; taş
gibi kalçalarından çıkan yavrucağı -bütün ilgisizliği ile- aileden
dışarı,dadısının kollarına atmakla yetinmeyip, tamamen bu dünyanın dışına
fırlatanlara ‘hindigo anne’ diyorum. Bu hindigo, yaşı ya da içi geçmiş ‘frigo
baba’ya da olayı, 'Aşkım biliyor musun? Ben sana mucizevi bir çocuk yapmışım.
Çocuğumuz sorunlu değil, indigo!' şeklinde pazarlamaktadır. Bana göre 'Bak
babalık bu çocuk senden değil', demekten hiçbir farkı olmayan bu duruma frigo
baba çok sevinecektir. 'Ne diyorsun? Demek çocuğumuz benden ama indigo!’. Adam
geldiğimiz noktada çocuk ondan olsun da her şeye razı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Frigo babayı tanıtmaya
bile gerek yok ama merak buyuranlar için bir iki satır yazalım. Frigo baba bir
nevi dondurulmuş sperm bankasıdır. Hayatın gailesi içinde tüm fonksiyonlarını
yitirmekte olduğu bir anda, -buzluğa kaldırıp koyduğunu sandığı- hislerini
ısıtıveren ilk yavruyu elinde tutmak için varını yoğunu sperm olup akıtmış
"fedakar insanoğlu" diye tanımlayabiliriz onları. Böyle sorunlu bir
sosyal karmadan ne çıkabilir ki?? Elbette ki sorunlu bir sosyal fenomen. Yani
İndigo!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Elbette böyle bir ailenin
çocuğu gözlerini fal taşı gibi açıp şaşkın şaşkın bakacak etrafa. Oyalansın
diye eve doldurulan tonla tüylü canlı ortalarda dolanırken çocuğun hayvan
sevgisi ile dolu olmasından daha normal olan nedir? Anneciğinin posdişlerini
sevmesi mi? Neyse işin bu pazarlama kısmı yeterince anlaşıldı sanırım artık
buradan diğer konuya, yani gerçek kumpasa geçebilirim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Süper
pazarlama fikri 2<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">İndigo çocuklar konusunu elbette
yıllar evvel duydum. Şu meşhur kitabı da (İndigo Çocuklar Lee Carroll, Jan
Tober) yaklaşık on sene evvel okudum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<i><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">'İndigo
Çocuklar, dünyaya -dünyayı değiştirmek üzere- yeni bir bilinç ve enerjiyle
gelen bilge varlıklardır. Onlar şu sırada çocuk ya da genç yaşta
bulunmaktadırlar. Bu çocuklar çevreleri tarafından anlaşılmamakta, onlara
çoğunlukla Uyumsuzluk, Dikkat Eksikliği ya da Hiperaktiflik tanıları
konulmakta, ve bu üstün zekalı ve yetenekli çocuklar sonuçta ilaçlarla
uyuşturulup harcanmaktadırlar. Oysa onların dengeli, uyumlu ve mutlu bireyler
olarak yetişip tüm insanlık için son derece önemli olan misyonlarını
gerçekleştirebilmeleri için ana babaları, öğretmenleri, doktorları ve tüm
çevreleri tarafından anlaşılıp desteklenmeleri gerekmektedir. Bizler bu
çocukları ve onların olağanüstü özelliklerini tanımalı, onlara sevgi ve
saygıyla rehberlik yapmalıyız.' </span></i><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Diyen kitap yani.<i><o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Aslında kitabın son derece
aklı başında bir anlatımı vardı, bilimsel bile denebilirdi. Hatta kitabın
içinde pek çok yerde o zamanlardaki davranışlarına göre değerlendirerek kendi
çocuğumu bile buldum. Neyse ki kolay ikna olmam. Kendimi kaptırıp ‘benim
yumurta indigo çıktı’ diye ortaya atlamadım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Lafı uzatmadan hemen
söyliyeyim. Kitap hiperaktif çocuk sahipleri için tezgahlanmış, ve bu aileler
için süper ruh ferahlatıcı anlatımı var. Malumunuz son zamanlarda psikolojik
alan konusu olan hiperaktif çocuklar gerek eğitimlerinde yaşadıkları sorunlar,
gerekse sosyal alanda yarattıkları zorluklar ile ailelere ciddi sıkıntı
yaratıyorlar. Bu çocukların pek çoğu ise, ailelerinin konuyu kabullenmemesi
yüzünden son derece sıkıntılı bir çocukluk geçiriyorlar. Lee Carroll işte tam
bu noktada son derece zekice bir manevra yaparak, hiperaktif çocuk sahiplerinin
ruhlarını ferahlatıcı sihirli kelimeyi bulmuş. Çocuklarınız hiperaktif değil,
yani hasta değil; ÖZEL! İşte müthiş
pazarlama taktiği diye ben buna derim. İnsanlara duyma ihtiyacı içinde oldukları
şeyi söyle ve malı sat!. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Kitabı okurken 1991
doğumlular henüz on yaşlarındaydı ve kitaptaki tariflere pek uyuyordu benimki. Sonra
onüç oldu. Birden indigom değişmeye başladı.
Gözlerine kalem çekip, düşük bel pantolon giymeye, derslerden sıkılmaya
başladı. Bırakın dünyayı kurtarmak.
Hiçbir şey umurunda değildi, hatta dünya yansa yaz geldi sanacak kıvama geldi.
O duyarlı, ağırbaşlı, iri gözlü indigodan eser kalmadı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Sıra geldi kristal
çocuklara... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Süper
pazarlama fikri 3</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">İşte süper bir pazarlama
fikri daha size... 0-7 yaş grubu ne demek? Yuva çocuğu demek değil mi? Aferin. Yani
hedef kitleyi doğru saptayalım öyle değil mi? Konu ile ilgili internette söyle
bir dolanın. Bakalım sizin de dikkatinizi aynı şey çekecek mi? Bütün konu ile
ilgili metinler hemen hemen aynı. Türkiye'de bazı medya organlarında çıkan
haberler bir bakın sonra. Bütün metinler ve fotoğraflar tamamen aynı. Hatta
demeçleri veren kişiler de aynı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Yani? Bu ne demek biliyor
musunuz? Bu bir paralı reklam, bir halkla ilişkiler faaliyetinin ta kendisi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Suadiye'de kristal çocuk
toplayan bir yuvanın tanıtımı için yapılmış. Bizim meslekte haber-ilan olarak
fiyatlandırılan bir çalışma. Tamam buraya kadar bir sorun yok. Benim o yuva
sahiplerine diyecek tek lafım olamaz. Parasını ödemişler, reklamlarını yayına
sokmuşlar. Lafım bunu televizyonda haber gibi sunan kendini bilmezlere. Para
uğruna önüne gelen her haber kasetini ana habere takanlara, her basın bültenini
dergisine kapak yapanlara. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">‘Elimizde çocuğuyla
ilgisiz bir ana-baba kitlesi var. Faydalanalım.’ Bu ticari bakış açısıyla kitap
yazma, yuva kurma gibi bir faydacı-yaratıcı fikre kim ne diyebilir ki? Elbette
bir aferin de onlara.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Gelelim indigo
propagandası yapan dostlarıma. Maalesef böyle dostlarım var. Şöyle bir konuşma
geçmişti aramızda o yıllarda.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Süper
azarlama fikri 1<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Geçen gün bir müsamerede indigo çocuk gördüm. Gidip annesini
uyardım<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Ne yaptı çocuk?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Gösterinin ortasında kendini yere attı ve 'ben böyle saçma bir
oyunda oynanam' diye tepindi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Biz buna indigo değil, şımarık diyoruz<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Hayır, indigo çocuklar böyle, sen kabul et, etme.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Bak kızım, özel okullarda var bu indigolar sadece, sence
neden?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Alakası yok okullar değil, aileler seçilmiş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Hayır! Hepsi şımarık, dadı bozması da ondan!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Saçmalama!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Sen saçmalama. Mayıs ayında bütün özel okul müsamerelerini gez
bak, hepsi böyle şımarık çocuk dolu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Tepkisel bunlar, şımarık değil. Mutlak bir otorite karşısında
zorluk yaşarlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Özel okullarda para için bunlara kimse laf edemiyorlar. Sorun
burada. Tam tersi otoritesizlikten çığ gibi büyüdü bunlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Seninkiler de indigo. İster kabul et, ister etme.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Nereden çıktı bu?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Çünkü onlar hiçbir şeyi yapmış olmak için yapmak istemezler.
Onlar geçirilen her andan somut bir ödül beklerler. Onlara zorla bir şey
yaptıramazsınız, karşı koyarlar. Çünkü onlar önce kendilerine inanırlar. Senin
çocukların da böyle.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Benim hiç bir katkım yok yani? Uzaylılar becerdi bunları öyle
mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Sen seçilmiş bir annesin sadece o kadar!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Bana hakaret ettiğinin farkında mısın sen?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Kabul et etme... Kızın indigo, oğlun da kristal.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt; margin-left: 35.4pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm; text-indent: -35.4pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Bana bak, benim çocuklarıma böyle abuk subuk yaftalar
yakıştırma... Niye böyle bir ayrımcılığa sürüklüyorsun çocuklarımı? İleride ben
indigoyum, kristalim, daha beteri çok özelim desinler diye mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- Ee ne olur derlerse, sence ne cevap alırlar?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">- ‘Oğlum bak git!’ Olabilir mi mesela?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg0b6QIo24o7bwBLdL7VzaiBl_Bk5FgtoWEU7pOxrTYF1QldPoM0MBRRcAfWDFsWqk-BD6oRPimxb2waUlBPcwRUmLMBOuiFkKMosv2wY0uOy7MvTw6YjQeX5XAyJyR3DLVjw2loUkDBE/s1600/fuck-you-1_18177741_29038689.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhg0b6QIo24o7bwBLdL7VzaiBl_Bk5FgtoWEU7pOxrTYF1QldPoM0MBRRcAfWDFsWqk-BD6oRPimxb2waUlBPcwRUmLMBOuiFkKMosv2wY0uOy7MvTw6YjQeX5XAyJyR3DLVjw2loUkDBE/s1600/fuck-you-1_18177741_29038689.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 1.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-62830306901137094312012-04-24T15:37:00.001-07:002012-07-25T03:31:22.341-07:00Tekrar Bak BanaOnu gördüğümde yirmi yaşındaydım. Aileme ‘Bir kaç gün
arkadaşımda kalacağım, vizelere çalışacağız’ diyerek kaçıp gitmiştim ona. Uzun
bir yolculuğun sonunda kavuştuğumuzda kendimi bu yabancının kollarına bırakmak
hiç kolay olmamıştı. Uzun süre camdan birbirimize baktık. Yıllarca kalın
kitapların arasında sakladığım fotoğraflardaki büyük yalanımdı benim. ‘Nasıl
buldun, sevdin mi beni?’ diye sordu tam geri dönerken. Nasılsa beni bi daha
hatırlamaz diye içimden geçen ne varsa dile döküverdim.<br />
<div class="MsoNormal">
‘Yani seni çok iyi tanıdığımı söyleyemem. Altmış yaşlarında
itibarlı bir Dahiliye Uzmanı gibisin. Geçmişinde beyaz tenli siyah saçlı mağrur
bir kıza sevdalanmışsında, ailenin zoru ile aristokrat bilgiç bir
hanımefendiyle evlendirilmiş biçare soylular gibisin. Yaşanmamış gençliğinin
hüznü içinde gizli sanki. Kibirlisin. Yani domuz değil belki ama, bizim
oraların neşesi yok işte. Fazla ciddi belki. Bana göre yani... Muzip değilsin.
Şaka kaldırır bir halin yok. Aslında aklımdan hep ne geçti biliyor musun? Bir
gün şu kibirli ihtiyarın zilini çalıp kaçsam, pencereden pür telaş aşağı
bakarken ona nanik yapsam... Böyle şeyler bile düşündüm. Yani azıcık neşelen
istedim. Yapsaydım güler miydin? Sana tanıdık çocukların böyle eğlenceleri olmayabilirdi,
saçmaladığımla kalırdım. Vazgeçtim... </div>
<div class="MsoNormal">
Çok
heybetlisin aslında. Hayli büyük, engin, derin. Fakat onca heybetine rağmen bir
darlığın var. Anlatılamaz bir küçüklük. Sığlık değil, darlık. Daralıyor yani
insan bazen. Dar sokakların arasına sıkışmış, kara yüzlü balkonsuz apartmanların
heybetli ev sahibisin. Onca gürültünün içinde sessiz, duygusuz, mutsuz. Yol
boyunca hatırını soran, tebessümle sabah selamını alan bir Allahın kulu yok. Önüme, bir tekmede uzaklara göndereceğim tek
bir top bile çıkmadı. Çelme takacak tek çocuk yoktu sokaklarda. Ter içinde top
koşturmadan, ıslık çalmadan, saklambaç oynamadan nasıl büyüdü bu çocuklar?
Bisikletle yarışmadan, köşe başı beklemeden, balkondan balkona kesişmeden nasıl
aşık oldu gençler? İlk öpüşmelerin koruları hani? Çoluk çocuk düştüğünüz
mahalledeki dutluklara, ergenlerin erkek olduğu hergele meydanlarına ne oldu?
Yasemin kokulu kızlar hangi merdivende oturdu?’ <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Uzun uzun yüzüme baktı. Belli belirsiz gülümsedi. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
‘Bir dahaki gelişin erguvan zamanı olsun. Tarabya’da
buluşalım. İçinden hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz karşımızda, küçük
koyda salınan teknelerin beyazlı yelkenleri arkamızda olsun. Önce uçsuz
bucaksız deli derinlere, sonra bir de aşna-fişneli koyun koynunda dalalım. Gözlerini
şehrin ay ışıklarına, mor salkımlarına kapat istersen. Kendi rengini bulana, denizde
yok olana kadar gözlerini hiç açma... </div>
<div class="MsoNormal">
Erkenden balığa çıkalım seninle. Oradan
Beykoz'da dut toplamaya gideriz. Çamlıca tepelerinden aşağı inen yokuşlarda
yalınayak paldır küldür koşalım. Kanlıcanın orta yerinde bir taşa uzanıp
dinlenelim. Sonra bir motora atlayıp Yeniköy’e gidelim. Yol boyunca martılara
simit atalım. Çınar yapraklı sarı sokaklarda el ele yürüyelim Emirgan’da.
Aşiyan’dan koz helva alayım sana. Kuruçeşme’de güneş batarken şarap içelim.
Mehtabın doğuşunu izlemeye Karaköy’e gidelim. Galata’nın dibindeki salaş
lokantada ben sana bin yıllık hikayemi anlatırken lüfer yiyelim. Sonra binelim
bir kayığa saltanatın yeni sabahını susarak bekleyelim. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
Gün ışırken... Dudak dudağa değmeden önceki an kadar büyülü sessizlik
var ya... İşte o benim. Tanısan seversin.’</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZREw8VX6QTtjgetjojxGO-aHoh91s-2HZpD8myNlVyFI1bMy9Lnq50CkdqZunrJUp3dmMNW9EdbVG8yCxgtFEEtpI3AvDGsNPZXOLdPEqE8NMd9DogqkH2i9wweh64EwtKkg0r3WNBbc/s1600/heybeleli+ada+mart%C4%B1556935_10150877655981634_333995492_n+-+Kopya.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZREw8VX6QTtjgetjojxGO-aHoh91s-2HZpD8myNlVyFI1bMy9Lnq50CkdqZunrJUp3dmMNW9EdbVG8yCxgtFEEtpI3AvDGsNPZXOLdPEqE8NMd9DogqkH2i9wweh64EwtKkg0r3WNBbc/s1600/heybeleli+ada+mart%C4%B1556935_10150877655981634_333995492_n+-+Kopya.jpg" /></a></div>
Büyükada'dan Heybeli Adaya giderken sadece güneşin Burgaz'dan batışını çekmek istemiştim. İstanbul'un süprizli muzip martılarını hesaba katmadan.</div>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-16782621715289159902012-03-21T05:57:00.002-07:002014-11-07T03:16:24.186-08:00Zeytin Adası'nda Zeytuni Hatıralar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWebRBC210ym-M8vM7cBPHFzQ8BQhul-4io1ewVZoLG4dvoAlnPY86XCD4leharKNKsFmfbwvXKUcrBfDAVQLAX2FJY6nV4YTjy-T0NBYvY73RHlFH9NhKtqQw6rzP33WOiHBOW8LrrJ0/s1600/zeytin+adas%C4%B1.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWebRBC210ym-M8vM7cBPHFzQ8BQhul-4io1ewVZoLG4dvoAlnPY86XCD4leharKNKsFmfbwvXKUcrBfDAVQLAX2FJY6nV4YTjy-T0NBYvY73RHlFH9NhKtqQw6rzP33WOiHBOW8LrrJ0/s320/zeytin+adas%C4%B1.JPG" height="73" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif;"><span style="font-size: 11px; line-height: 16px;"><br />
</span></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div class="MsoNormal">
<i>‘Aman kaptan<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Al beni götür denizlere’ </i><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bazı şarkılar vardır hani, insanı okşar gibi usul usul alır götürür bir yerlere. Gönül sazının bam telinde mavi yeşil yolculuklar yaptırır. Bir orası bir burası, avare gezinirken karşıma birdenbire bir zeytin ağacı çıktı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yıllarca gözümün önünden gelip geçen binlerce zeytin ağacı içinden Fethiye Karagözler Mahallesindeki evimizin alt kattan mutfak, üst kattan yatak odası penceresini şımarıkça zorlayan zeytin ağacı düşüyor aklıma dünden beri. Düne kadar o ağacın hayatımda bu kadar derin iz bıraktığının farkında değildim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bu ağacın bende yarattığı büyüyü bulmak için çıktığım düne yolculuk beni oradan oraya savuruyor. Bir aile albümünün içinde dolanıp duruyor işte... Kah bir zeytin yaprağının kadife gümüş karnına gidiyor aklım; kah taşlı tozlu bir adanın kış limanına; kah anneannemin deniz kokan koynunda yaptığım öğlen uykularına. Çocuk aklımda annemin yaş dallardan yaptığı rüzgar gülleri ile rüzgarı kovalıyor, kapandığı gün büyüdüğüm babamın zeytin karası parlak gözlerinde öksüz dünyamı aydınlatıyorum... <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Hangi taşı kaldırsam altından ya çocukluğum gülümsüyor, ya da yeni yetme gençliğim. Hangi dalı aralasam ardından evvel zamanlar dikiliyor karşıma. Babam bir zeytin fidanı uzatıyor anneme, ikisi bir olup büyülü bir hayat dikiyorlar toprağa... <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Karagözler Mahallesinde doğduğum evin önündeki taşlığa oturup bi soluklanıyor aklım. Başımı bulduğum en geniş omuza yaslayıp şarkımı dinliyorum... 'Aman kaptan, al beni götür denizlere. Aman kaptan, yolculuk ne zaman. Rotamız nereye...'<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
****<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Akşamüstüleri evin hemen önündeki balkon taşlığa oturur, bir yandan demli çayımızı içerken bir yandan da mahalleden gelip geçenlerle kelam ederdik. Güneş şımarık zeytinin arkasında kalır, gri kadife karınlı yapraklar altından olur; dallar kızıl saçlı bir kraliçenin saçlarına benzerdi. Tek ayak üstünde dans eden bir Sinyorita misali, rüzgar eteklerini, şalını savurur, güneş kızıl saçların arasından mahcup veda ederdi güne.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Dökme taş yollardaki kızgın sıcağın yaptığı buğunun arkasından karşı kapılara bakar. Kim öğlen uykusundan kalkmışsa ona 'çaya buyurun' diye seslenirdik. Şımarık zeytinin gölgesinde tatlı hayatlar kurulur, neşeli hikayeler anlatılır, beş taşlar oynanırdı. Aklıma dünden beri düşen zeytini anneannem de bir başka severdi. Onun yağlı bir kırma zeytini olduğu için kıymet verdiğini söylese de; ev ilk alındığında babamın diktiğini arkasından mutlaka eklerdi. Kıymeti hem kendinden hem dikenin kıymetinden menküldur diyemezdi. Ama biz bilirdik. Damadını evladından öte severdi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mahalledeki her evin önünde bir zeytin ağacı vardı, hepsinin bir kıymetlisi ve hikayesi vardı. Süheyla teyzelerinki kısa boylu eşek zeytini idi. Tombulluğuna dayanamayıp düşen tanelerin evin önündeki taşlığa bıraktığı yağ izine sinirlenir, 'Koparman şunları!..' diye bize kızar, sık sık onu kesmekten dem vururdu. Rabia teyzeninki kapı önünü bekleyen emektar, küçük taneli kırma zeytindi. Boyundan beklenmeyecek kadar cömertti. Kezban ablaların ağacı epey yüksekti. O zeytini çoğunlukla saklambaç oynarken saklanmak için kullanırdım. Hızlıca tırmanır, sık dallarında kolayca kaybolurdum. Sobelemek için aşağıya inmem ise hep sorun olurdu. Hele Kezban ablanın kocası Suat abi motorunu altına park ettiyse halim hepten haraptı. Mahalledeki en büyük ağaç buydu. Yüksek dalları sadece bana değil; mahallenin bütün cırganlarına da saklanma eviydi. Yaz boyu en canhıraş sesler o zeytin dallarından duyulurdu. Fahriye'lerin evinin önündeki zeytinin tam göbeğinden üç geniş dal kesikti. Kesik dalların gövdesinden oluşan kütükler parke kadar pürüzsüz ve parlaktı. Yanlardan uzayan iki zayıf dalın arasına gerdiğimiz tülbetler ile orayı evcilik evimiz yapmıştık. Kütüklerden birine Fahriye diğerine ben oturur, ortadaki kesik kütük de masamız olurdu. O küçük masanın etrafında mahallenin yakışıklısından dem vurur, çocuk aklımızla mutlu evliliklerin, yaramaz çocukların, sevecen kaynanaların olduğu bir geleceğin çatısını çatardık.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bazen anneannem özenle evin önündeki şımarık zeytinin yapraklarından toplardı. 1001 tane sayar, hepsine tek tek yasin okur, sonra onları özenle beyaz bir tülbende sarar, ardından da gün ışırken denize atardı. 1001 küçük gri kadife yaprağa neler dilediğini hiç bilmezdik. Anlatmazdı ki... Ne düşünür ne hisseder, o güzel başından neler geçer hiç bilmezdik.<o:p></o:p><br />
<br />
***</div>
<div class="MsoNormal">
İkinci dünya savaşı sonunda adanın el değiştirmesiyle 'yer'lerinden, 'yurt'larından olmuş Rodoslu bir ailenin peri kızıdır anneannem. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Suyun öte yanından gelmiş. Aslına bakarsanız hiç gelmemiş.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Hani şu suyun bir kenarından bakınca doğulu, karşı kenarından bakınca batılı sayılan; iki zıt yön arasında ılık sular gibi akan aykırı ve ayrıcalıklı insanlardan. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Hiç gelmemiş gibi, hiç duymamış gibi yapan insanlardan'<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Onları ilginç yapan, bizim topraklarda onları başka kılan şeyin herkesin düşündüğü gibi olmadığını bir kaç sene önce Claude Gutman'nın İzmir'in çılgın dedikoduları adlı kitabında 'Suyun öte yanından gelenlerin içinde birçok anı ve bir sır gizlidir' cümlesini okuduğum an anladım. O sır, ana vatanlarının karşı taraf olduğunu hissediyor olmalarıydı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Zaten bu suskunluğun sebebinin yeni memleket sınırları çizilince, sınır dışında kalan yabancı toprakların insanı olmaktan gelen bir 'kimliksizlik' olduğuna hiç inanmıyordum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hiç gelmemiş gibi, hiç duymamış gibi yapan insanlar. Başkaydılar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bütün bunları dile getirememenin verdiği bilgece suskunlukları; hasretlerini belli etmeme içgüdüsüyle çoşan neşeleri ile başkaydılar. Yoksul toprakların zengin soylusu zeytinler gibi büyülüydüler.</div>
<div class="MsoNormal">
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Anneannem de hemen hemen hiç konuşmaz, hiç kavga etmez, hiç bağırıp çağırmaz, sakin ve demokrattı. Kimsenin işine karışmaz, yanında konuşulan konuyu dahi 'Kulak asmadım' diye geçiştirirdi. Kimseye müdahale etmediği halde Havva Faralyalı dendiğinde etrafındaki herkes için dünya adeta dururdu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Savaş sonrası Rodos dışına gitmeye zorlanınca, Anadolu topraklarına geçmek üzere Türk makamlarına başvurmuşlar. İki yıl susam ektikten sonra arazinin tapusunu almaya da hak kazanacakları şart koşularak, Malatya'dan arazi teklif edilen denizden, zeytinden anlayan bir aile işte. 'Malatya bize olmaz!. En iyisi Fethiye...' deyince Bekir dedem, Fethiye'deki zeytinli adanın varlığının verdiği cesaretle çoluk çocuk bir kayığa binip düşmüşler denizlere. O güne kadar anneannemin duyduğu ama hiç gidip görmediği, benim doğduğum topraklara doğru rotası belli belirsiz, yolcuları sessiz sedasız bir yolculuk... </div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yııllar yılları kovalamış. Bir gece yarısı indikleri Fethiye'de Rodos'lu, Rodos'ta Türk olan aile, iki arada bir derede, yazları orada, kışları burada yaşayıp gitmişler. Hacı Halil Adası gençliklerinin zeytuni rengi olmuş. Yıllarca binlerce anı birikmiş binbir zeytin yaprağına. Çocuklar doğmuş, torunlar olmuş, dedeler ölmüş. Anneannem adanın hanım ağası olmuş zamanla. Zeytin zamanı zeytin silkmeye adaya gider, işçilerle aylar geçirirmiş orada. Annem, iki teyzem ve dayım tek tek anılarına tutunup sallanmışlar. Düşmüşler kalkmışlar. Hacı Halil Adası olmuş 'Bizim Ada'...<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/OnX8XXJVmqE?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
<div class="MsoNormal">
<br />
****<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<i>"Çocuktum, ayıramazdım, ha aşk ha zeytin<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>aşkı yazsam kağıttan utanırdım, o benden mahcup<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>zeytine uzansam dalından kırılırdım, benden de çocuk<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>ikisini de gözle toplamayı sonra öğrendim.." <o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i>Haydar Ergülen</i><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
O yaz ilk defa adada uzun süre kalacaktık. Ben deli bir Belcekız aşıklısı olduğumdan adaya bu kadar uzun konaklamalı gitmek konusunda sürekli olmadık şartlar öne sürüyordum. İstediğim bütün şartlar kabul edilince de, bahanelerim giriyordu devreye. Sivri sineklerinden sıtma olma olasılığımdan; doğal ortama def-i hacet yapmanın beni bağırsak düğümlenmesine bile götürebileceğinden; yıkanmamanın tenimde yaratacağı derin tahribattan; farelerin veba taşıdığından dem vuruyordum, ama nafile. Tan ağrırken şartlarım, bahanelerim bir kayığın ambarında; ben ise aynı kayığın kıçında denizin üstündeydim artık. Kızıl Ada açıklarını çoktan geçmiş ufukta Bizim Ada hafiften belirmişti. Koyu mavi ılık suya arada bir elimi daldırıyor, bizimle yarışan bir yunusun aniden elime atlaması olasılığından dehşetli bir keyif alıyor; bir daha bir daha elimi suya sokuyor, kayığın hızına avuçlarımla direniyordum. Denizin üstünde zıp zıp zıplayan kayığımızda anneannem, Bilge teyzem, Erdinç dayım, annem, babam ağabeyim Tanju, ben ve şartlarımdan biri olan sevgilim ile büyüsü gittikçe büyümekte olan Bizim Ada'ya doğru yaklaşıyorduk. Pancar motorun gürültüsünden kayıkta konuşulanları duymak mümkün değildi. Sadece yanımda oturup dümen tutan dayımın sesini duyuyordum. <o:p></o:p><br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
'Kirpiklerini ok eyle, vur sineme öldür beni...' <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bu hüzünlü türkü, dayımın keyifli olduğunda söylediği marşıydı aslında. İçimden ona eşlik ediyordum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Bıktım dünyanın tadından, vur sineme öldür beni. Öldür beni'<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Sabah çok erkenden, daha deniz yokken başladığımız yolculuk öğleye doğru bitip adaya indiğimizde yaz sıcağı yüzümüze bir tokat gibi vuruyordu. Yolculuğun serinleten meltemi pancar motor ile birlikte durmuş, yerini zeytinin büyülü, sıcak sesi almıştı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kayalık arazinin doğal örtüsü kuru çalı çırpının ortasında duran yalnız bir zeytinin önündeyim. Hali hiç iyi görünmüyor. Dalları çelimsiz, yaprakları sarı. Fırtınalı ve yağmurlu geçen bir kışın ard arda düşen yıldırımlardan nasibini almış, gövdesi paskalya çöreği gibi kıvrılmış, keyifsiz bir hali var. "Yıldırımın yakıcı şiddetiyle ortadan boylu boyunca ikiye ayrılırken ne kadar acı çekti kim bilir" diye aklımdan olmadık düşünceler gelip geçiyor. O yaz boyu çekilmiş yedi poz resimden biri elimde. Yıldırımın alevine direnen zeytin ile ben aynı fotoğraftayız. Onca ağacın arasından niçin onunla resim çektirdim acaba? Çünkü dayım onu yaşatmaya çalışıyor. Bütün yaz buna uğraştı. Her yeşeren yeni yaprağa gözü gibi baktı. Yeni filizlerin şerefine kadeh kaldırdı da ondan. Yaşayan bir iki dalı olduğunu ve seneye kadar kendisini toplayacağını söylüyordu da ondan...</div>
<div class="MsoNormal">
Acaba gerçekten hayata döndü mü? Yeşil umuda sarı çiçekler açtı mı bu bahar? Yoksa arsız zenginler onu odun yapıp bir kez daha mı yaktı? Fakir toprakların, zengin soylusunu ne alemde acaba?. Yeri gelmişken rica etsem senden kaptan. Eğer teknenle Göcek'de dolanırsan bu yakınlarda, adanın Yassıcalara bakan tarafında; yaz limanının hemen üstündeki düzlükteki ilk zeytinden bahsediyorum. Bak bakalım duruyor mu? Emeğimiz yeşermiş mi? Aklımdayken, kuyuluğun önünden geçerken bi bakıver, denize sıfır kocaman bir zeytin duruyordu bomboş meydanda. Adayı tershane adasına doğru dolanırken gördüğün büyük düzlükte. Oraya 'kuyuluk' diyor bizimkiler. Ortasında yıkık dökük ama hala içi sağlam kocaman bir sarnıç vardır hani. İşte tam o düzlükte denizin tadından tuzundan içmeye yanaşmış, kışın dev dalgalar ile saçlarını yıkamaya gelmiş de oralarda kalakalmış gibi duran büyük zeytin ağacından bahsediyorum. Bak bakalım hala duruyor mu?<br />
<br />
Adada su yok. Elektrik yok. Bedri Rahmi koyundaki akarsuda çamaşırlarımızı yıkanmış, yağhanenin olduğu kış limanından, adadaki yegane eve dönüyoruz. Gün bizi bal gibi yormuş. Neredeyse yerle yeksan sürünüyoruz. Elimizdeki yüklerle biraz tepede kalan eve yürümek hayli eziyetli. Yol gözümüzde büyüyor. Yol boyu sağlı sollu zeytin ağaçlarının altında yılan olması ihtimali çok büyük. Bu yüzden adada gezerken kırık zeytin sırığını elimizden bırakmıyoruz. Yerlerde sürükleyerek, yılanlara sesleniyoruz...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Tık tık tık...' <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ayaklarımızın altındaki otların kırılırken çıkardığı sesler yolculuğa pek yakışıyor. Bir de canhıraş bağrışları gün boyu dinmeyen ada sakinlerinin sesleri.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Cır cır cır....'<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Uzaktan, hatta ufuktan gelen pata pata seslerini bile duyabildiğiniz, en küçük sesin bile seçilebildiği zamanlardı bunlar. Ve Göcek'i kimselerin bilmediği yıllar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Limanın üstündeki yüksek düzlükte yemek sonrası iyice koyulmuş bir sohbet var.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Pata pata pata pata<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Durun biraz sessiz olun....<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Dayım gelen sesin ne taraftan geldiğini kestirmeye çalışıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Eşek Adası önünden mi? Kızıl Ada tarafından mı? Domuz Adasından mı? Nereden geliyor ses birazdan anlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Ses Kızıl Ada dan geliyor. Hayırdır Fethiye'den gelenler var...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Sesin geldiği limana doğru inilecek birazdan. Onlar gelene kadar öğlen yemeği üstü bir kahve molası verilecek kadar zaman var. Deniz o kadar sessiz ki... Sadece elle çevrilerek can bulan pancar motorun sesi. 'pata pata pata' <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Kahvemi kıyıya getirin', diyor dayım ve mutfakta dizi dizi duran keçi peyniri kavanozlarına uzanıyor. Hemen anlıyorum, ekmekle hamur yapacak, bir iki sepet atacak denize... Gelenlere hazırlık yapıyor işte besbelli. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- 2 tane atalım bakalım belki bi boklu kefal takılır. Akşam üstü de lopaya çıkarız. Kaç kişi geliyorlar belli değil, ufaktan hazırlık yapalım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ne kadar da eminiz bize doğru geldiğinden o seslerin. Kime gidecek ki? On iki adalarda bi başımıza bi biz varız; bir de biz... <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tershane adasındaki Osman amcanın keçi peynirlerini yemeye doyamıyorum. Anneannem diyor ki 'Keçiler zeytin yediklerinden yağlı sütleri. Aromalı lezzetli..<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Adada ne bulup yiyecekler. Yokluktan varlık işte'... <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Açılan kavanozdan yayılan kokuya dayanmam mümkün değil. İçleri peynir suyu ile hamur olan ekmeklerin artan kabuklarının içine kocaman bir dilim varlık koyup... mımmm.. nefissss... Birkaç kişi iniyoruz kıyıya. Kahveler arkadan gelecek. Sepetleri kıyı kayalıklara yerleştiriyor dayım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Keşke geceden bir iki tane de kabak atsaydık. Galiba Yıldıray kaptan geliyor, ses onun sesi, bir sürü gelen olur şimdi onunla.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yıldıray kaptan... Denizin kavurduğu bir kumral. Sessiz, sakin ve usta. Deniz ustası işte. İşini iyi beceren her erkek kadar çekici. Limandaki en büyük kayıklardan biri onda, tentesi bile var. Bembeyaz bir tente. Kayığın kenarlarında ızgara oturaklar var. kocaman göbekli yayvan kayığın içi de ızgara. Tokyo terliklerim araya kaçmasa daha iyi ama kaçıyor işte. Olsun, dalgaları yaran bir yunus o, terliğim feda olsun. Kenarında can kırmızı 'Yıldıray' yazıyor. Zeytin adasına gelmek için denize mahir olmayanların ilk tercihi. Bir de oğlu Sadık'ın teknesi var. Saldıray. Eğer o geliyorsa hepten yandık, o daha büyük ve hızlı. Pek sık onla gelen olmaz ama neyse, gelen de sağ olsun gelmeyen de. Kahveler geldi bile... Bakır cezveden soğumadan fincanlara servis ediliyor zeytinlerin altında.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
pata pata pata....<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Dayanamıycam ben denize atlıyorum dayı. Yüzerek adanın kıyısından kim geliyor bakıcam.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Sen oraya varana kadar gün geceye karışır... diyerek benimle alay ediyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Haklı olabilir ama olsun ben atlıyorum suya... Dipten uzun uzun denizi selamlayıp suyun üstüne çıkıyorum. Yüzüyor, yüzüyor, yüzüyorum... Su o kadar berrak ki altımdaki deniz kestanelerini tek tek selamlamak mümkün. Kayaya çıktım bile... Şu zeytinin altında bir nefes alayım, keyifle bakayım gelen kim?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Saldıraaaaaaaay!..<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tekne beni görünce hız kesiyor...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
'Pat pat pata pata pat pat'<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
İçinde bağıranlar çağıranlar, el sallayanlar var. Güneş tam gözümün içine giriyor. Tam tanıyamadım ama galiba içinde...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tekne kayalara vurmamak için açıktan dönüyor adanın köşesini. Beni almak için durdu duracak. Sen devam et, ben yüzerim diyorum işaretle. Tekrar gaz veriyor pancara... Pata pata pata yola devam ediyor. Saldırayın dümen suyuna kapılmadan yüzmeye başlıyorum. Tekneden biri atlıyor.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Kimler var teknede? Tam seçemedim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Kimi ararsan var işte.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- E hadi bakalım. Ne kadar kalacaksınız?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Biz 4 gece. Sebastian ve Mario'lar bir ay....<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
- Neeeeeee!.. Onlarda mı geldi?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Çok seviniyorum. Bu yaz neşeli geçecek. Hem de çok neşeli...<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Mario ve Roberta Milano'da, Judy ve Sebastian Berlin'de yaşıyor. Sebastian öğretmen. Sımsıcak bir Alman çift ile hayli marjinal bir İtalyan çift. Bir kaç yaz önce tesadüfen yolları düşmüştü Zeytin adasına. 'Yine geliriz' dediler o yaz giderken ve işte yine geldiler. Kimlerle? Teyze oğlum Bekir, karısı Nilgün ve minicik 5 aylık bebekleri. Ankara'dan iki ortak arkadaşımız ve şimdi adını bile hatırlamadığım biri daha var. Biz evde kalacağız. Yabancılar ise kuyuluk yolundaki zeytinlerin dibinde çadırlarda. Bazı geceler kalmak için bizim de bir çadırımız var kurulu orada. Hafif tepede, bol ağaçlı ve manzaralı bir yer.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Arazi set set olduğundan zeytin yaprakları yeşil bir gizli bahçe gibi her şeyi saklıyor. Orada kurulu bir de demirbaş hamağımız var. Ağacın epey üstlerinde kalın bir dala kurulu, kendini zeytinin kollarında uyuyor hissediyor insan. İşte tam oraya kuracaklar çadırları. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Bir ay boyunca her gün aynı şeyi yapmamıza rağmen her günümüz birbirinden renkli geçiyordu. Peynir hamurları ile Yassıcalardan ya da Boynuz Büküğünden teke süz. Güneş battığında Şeytan adası açıklarında lopaya çık. Arada kalan zamanda ekmeği mayala. Erzak almaya Göcek'e in. Sıcak bastıkça denize dal. Yüzerken gözüne üstüne taş toplamış bir kara diken çarparsa oracıkta kır ve yut. Yüzmekten yorulduysan kitabını al hamağa uzan. Çok enerjin varsa adada dolaş. Daha önce bellediğin olmuş incirleri topla. Yere düşürebildiğin bademlerin tadına bak. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Tam o sırada 'biraz baksana' diye sana seslenen biri olursa, bir gümüş kadife zeytin yaprağını dişlerinin arasına sıkıştır, dön ve objektife gülümse...</div>
mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-63305042180532547682011-12-15T23:57:00.000-08:002011-12-16T00:14:45.140-08:00Kezban Avro'pa'da...<div class="MsoNormal"></div><div class="MsoNormal"><i><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%;">( O gün.... </span></i></div><div class="MsoNormal"><i><span style="font-size: 10pt; line-height: 115%;">17 Nisan 1993.<b> </b>Çok gerginim. Müşteri temsilcisi olduğum markanın relansman sunumu için defalarca ertelettirdiğim senaryo sunumuna sadece iki gün kalmış. Hafta sonu bütün yaratıcı ekibi ajansa toplamış, onlara yaratıcı süreci hızlandıracak ortamı hazırlanmış senaryoyu bekliyorum. Birden ortalık karışıyor. Hızla odama dalan yazar ‘’Turgut Özal ölmüş,’’ diyor. Mahvoldum! Bütün konsantrasyon dağılmış, herkes televizyon başında. ‘’Ya tamam arkadaşlar, yarın üzülürsünüz, hadi işimize bakalım.’’ Nafile. Birden kafamda bir ampül yanıyor. Şaka gibi. Tam da briefe uygun, değişimi anlatan sıcak bir fikir. Kağıda bir şeyler çiziktiriyorum. Bir kaç şarkı düşüyor aklıma. Koşarak yaratıcı yönetmenin odasında karşısında dikiliyorum. Film hazır. Fikir kötü bile olsa hiç şansı yok, hemen kabul ediliyor. Ajans üzgün ben ise mutluluktan uçuyorum. Vay gidene, derler ya o şekil işte...)<o:p></o:p></span></i></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><b><i>O Bahar...<o:p></o:p></i></b></div><div class="MsoNormal">Reklam filminin post production işlemleri için üç kişilik bir ekip olarak, Londra'ya doğru yola çıkmıştık. Elimizde birer küçük çanta ve bir dünya metal film kutularımız ile ne iş yaptığımızı Atatürk Havaalanı görevlilerine anlatmaya bile gerek yoktu. ‘’x-ray ışınları flimlerimize zarar verir, biz yandan geçiverelim,’’ dediğimizde Türk görevliler bize hak vermişler; uçağa kenardan sorunsuz binivermiştik. Finnarikikakari bir aprona inip, alanda onca yükümüzle sürünmeyelim diye British Airways ile uçmuştuk. Firmanın son kullanma tarihi dolmuş hostesleri ile yaptığımız yolculuk bitmek üzereydi ki... 'Londra'ya hoşgeldiniz böcekler' dediklerini duyar gibi olduk. Onlar üstümüze böcek parfümü sıkarken, ben de bir sonraki uçuşuma onlara hediye olarak bir kutu Teşvikiyeli hamam böceği havyarı getirmeye and içmiştim. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">İngiliz gümrük görevlilerine ellerimizdeki filmlerin ne işe yaradığını anlatmamız çok kısa sürdü. Hemen anladılar(!) ancak, x-rayden geçirirsek bozulabilirler kısmını anlatmamız hayli zor oldu. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">On günden fazla kalacağımız için daha ekonomik olur düşüncesiyle şehrin ortasında küçük bir daire kiralamıştık. Yırtık pırtık koltuklar; nuhun ebesinden kalma mutfak gereçleri; adam başı birer tabak, çatal, kaşık, bardak; bir kutu tereyağı ve olsa olsa burada mütemadiyen at tepişmiş dedirtecek kadar iğrenç kokan iki çift kişilik yatak. E, biz şimdilik üç, ertesi gün itibariyle dört kişiyiz? Nassı yani? Dört kişi geliyoruz diye, çiftleşmek mi zorundayız yani Avrupada... Seks büyüğün, koltuk küçüğündür adabıyla bu meseleyi de çözdük.. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Sorun çıkarmayacağız ya... Çıkarmıyoruz işte!..<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>Ertesi sabah...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">Studyoda işleri yoluna koyduktan sonra verdiğimiz tereyağlı ekmek molasında Avrupa sokakları ile ilgili ilk uyarımızı aldık. ‘’Aman üstünüzde değerli bir takı olmasın. Çıkarın o kolyeleri, mazallah yürürken boynunuza asılıp çalarlar. ‘’ Giden altın olsun be koçum, bu arada boyun kopmuş onu düşünen yok.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Bizim ülkemizdeki studyolardan geceli gündüzlü çıkamazken burada herşeyin ve en önemlisi mesainin dakik olması Londra'da çalışmanın en güzel tarafıydı. Ancak son gün bu bayıldığımız kural on beş dakikalık bir mesai için bize bir gün fazladan kalmaya mal olunca, ‘’gözünün yağını yiyeyim memleketimin mesaisiz çalışanının’’ dedirtmedi değil. Sorun çıkarmadık, bir gün daha kaldık.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>Öbürsü gün...</b><o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">İşler yolunda gidiyor. Biraz gezmek için bol vakit, Londra'nın dar sokakları, barları, cafeleri, butikleri var. Yanımızda gelirken gümrükten geçirebildiğimiz para ile bu sokaklarda daha fazla idare edemeyeceğimizi anladık. Bir tabak omletin yanında yediğimiz koca bir Avrupai kazıktan sonra, prodüksiyon için öngördüğümüz parayı bir an önce Londra'ya transfer etmenin yararlı olacağı konusunda hemfikir olduk. Ve Türkiye'ye haber saldık. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Bize Toplam bütçe'deki Londra ayağını havale edin hemen! <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- 43 bin Pound... Tamamını mı?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Evet!<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Yarın sabah elinizde efendim.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Aferim.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>Öbürsü sabah...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">Sokaklarda dikkat çekici olmamak için en paspal eşortmanlarımızı giyip, sportif sırt çantasını sırtımıza takıp koyulduk banka yollarına. Banka şubesi kaldığımız eve uzak olduğu için, pis evimizin köşesindeki bankada bir hesap açtırmanın çok akıllıca olduğu konusunda da Türkçe fikir birliğine vardık. Banka kapısında içeri girdiğimizde görevliler halimize bakıp bizi bir şeye benzetemediler. Türkiye'den havale beklediğimizi söyledik. Adam, önce işlemlere sonrada bön bön suratımıza baktı ve ‘’Evet gelmiş,’’ dedi. ‘’Biz onu çekiverelim.’’ Görevli koşarak içeri girdi. Gitti gelmez, gitti gelmez... Yaklaşık bir saat sonra üç kişi olarak geri döndü. Bizi özel bir yere aldılar. Ve başladılar mıncık mıncık 50 lik,100 lük banknotları bankoya dizmeye. Yanında da bir tomar büyük sarı zarf. Nassı yani? Bu paranın binliği yok mu brader? Hadi anlaşalım beş yüzlük olsun.. Bu ne? ‘’Alın Pound dağlarınızı, ne haliniz varsa görün Londra yollarında’’ denir mi bu saf turiste? Tedarikli geldiğimiz çanta, hacminin sadece on, on iki bin Pound'luk olduğunu belli edince kalanını oramıza buramıza tıkmaya başladık. Meme boşluğumuza, olmadı sırtımıza, olmadı paçalara; tamam kabul ediyorum biraz da mabadımıza doldurduk. Pantolanlar çoraba, kazaklar bele iple sıkıca bağlandı. Biz paralarımızı kendimize istiflerken, adamlar bize bön bön bakmanın ötesine geçip, birbirlerine bön bön bakmaya kadar işi vardırdılar... <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">E, ne yapacaktık, 43 bin bölü 50 lik şeklinde adetlediğiniz parayı acaba Avrupai kardeş? Biz büyük annelerimizden böle gördük. Siz onu bile görememişsiniz. Ayrıca da acayip hayret bir şeysiniz! <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Ay bu bankadan sıkıldık. Hemen koşarak pis evimizin köşesindeki cici bankaya gittik. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>O Banka'da...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">- Biz vadesiz hesap açtırmak istiyoruz.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Tutar?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- 43 bin Pound<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Mümkün değil<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Neden?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- 5 bin Pound'tan daha fazla hesap açmayız<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Hahahhahha.. Çok şakacısınız... Aynı zamanda da çok Avrupaisiniz.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- İmkansız...<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Peki pratik bir çözüm?, Müsteri memnuniyeti?, Kaizen?, Stres yönetimi? Performans eğitimi? Falan filan böle konseplere takılsak?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Kanunlar böyle.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Nasıl kanunlar bunlar?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- On beş gün hakkınızda soruşturma yapılacak, paranın kaynağı araştırılacak ve siz yabancı olduğunuz için de itibarlı bir İngiliz'den kefalet gerekecek.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Ebeme ihtiyaç yok mu? Onu da arasaydık. Doğal sarışınım, avrupai tatlım, biz on gün sonra ziyadesiyle bu paraları harcamış olarak burayı terk edeceğiz. Hallediver şu işimizi.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- On beş günden önce mümkün değil. Hatta bu tutarda hesap açtırmanız hiç mümkün değil.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Bırak yaa. Delirmiş bu... Londra'da mis gibi Türk Bankaları var. Gideriz müdüre odasında bir çay içer, memleket hasreti yapar, yatırır geçer gideriz. (Aklımı seveyim!)<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Hadi bize byeeee gülüm...<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>O öğlen pis evimizde...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">Telefonda konuşmadığımız Türk Bankası kalmadı. Hepsi bizden daha çaresiz ve kimsesizdi. Sonunda masanın üstü para yığını ile pis koltukta kalakaldık.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Kalkın gidip yemek yiyelim. On tabak omlet ısmarlarsak şu koçandan kurtuluruz mesela. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Şahane fikir bence de parayı koçan koçan harcıyalım.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Bir ev alalım. Ben yolda giderken gördüm 40 bin Pound'a süper bir tek katlı ev var.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Yahu yemeğe nasıl gedeceğiz, parayı evde tek başına mı bırakacağız?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Nöbetleşe çözüm getirelim, birimiz evde kalsın.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- İyi fikir! Hatta ilk sen kal.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Yapacak bir şey yoktu. Türkün aklı bir. Bu paranın önemli bir kısmından kurtulmamız, iş bitiminde yapacağımız tüm ödemeleri peşinen yapmakla, kalanını da Londra barlarında afiyetle yemekle mümkündü. Üstelik İstanbul'daki patronumuz havaleyi erken yaptırdığımız için bize kızmış ve inşallah sorun olmaz, diye de fırçalı bir temenni yollamıştı. İşin kötüsü ertesi sabah da Londra'ya geliyordu. Paranın erken transferinde ısrarcı olan prodüksiyon şirketi ve şahsım yusuf yusuf vaziyette, Avrupa'yı dize getirecek yatırımsal çözüm peşinde koşuyorduk. Allahım bize akıl fikir ver, para içinde delireceğiz bu yaban ellerde...<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Bütçeyi çıkar, burada yapacağımız ödemelere bir bakalım.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Hesaba göre yönetmen, studyo, ses, müzik toplam 32 bin Pound.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Ev sahibi ve organizatöründe parasını ödedik mi süper. Adam başı 2 biner Pound falan kalır bize, onu da herkes bir yerinde saklar artık.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Oldu bu iş. Hadi eve dönelim, paraları alıp yönetmen ve studyo ödemesini yapalım.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>O Akşam üstü Studyo...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">Tekrar en süslü eşofmanlarımızı sıkıca giyip, ödeme yapılacak kişilere göre meblağları ayırıp, şahsiyetin mana ve önemine en uygun yerlerimize paraları yerleştirdik. Benim sırt çantası da tepeleme Pound dolu vaziyette yola koyulduk. Studyoya vardığımızda beni paranın heyacanından daha fazla heyecanlandıran bir konuğum bekliyordu. Uzun zamandır Londra'daydı ve gözüm parada pulda değil, onun ışıl ışıl gözlerindeydi. <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Bana bak ne diyeceğim, burada sokaklar tekin değil, sakın fazla para taşıma yanında.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Yok be tatlım çok bişi yok.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-50 Pound'tan fazla taşıma sakın. İsterlerse de hemen ver.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Hepsi hepsi bu kadar taşıdığım paranın... <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Önce çantanın içini sonrada dolgun dekoltemi gösterdim. İri gözleri yerinden birkaç saniyeliğine çıkıp geri girdikten hemen sonra, ona muhteşem planımızı anlattım. İşler yolundaydı yönetmen ve kameramanları hiç sorun çıkarmadı sağolsunlar. İhtimal Türkiye'ye sık gelip gittiklerindendir. Türk Birliği'ne alınmışlar besbelli.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Ama ya studyo öyle mi ya? Bön Bön Avrupalı.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Alamayız<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal" style="margin-left: 35.4pt; text-indent: -35.4pt;">-Fiyat teklifiniz kadarını peşin ödeyeceğiz işte. Bütçede oynama olursa giderken hesaplaşırız. Oki doki?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Fatura kesmeden alamayız..<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Kesin o zaman.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-İş bitmeden fatura kesemeyiz.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">-Bitti farzetin yahu...<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Ay ölecem yine o bön bakış. (Bu bakıştan sonra olay kilitlenir artık bunu öğrendik.)<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Bilmem kaç saat Allahın avrupalısına dert anlatmaya çalıştık. Müdürleri, genel müdürleri, avukatları, sigortacıları derken olayı memleket meselesi yaptılar. (Sanırsın para koçanını Avrupa Birliği'ne alacaklar. Bizim görüşmelerin niye uzadığını anlayın işte.) Fatura kesemeyeceklerini, faturasız giriş yapamayacaklarını ama kasalarında emanete alabileceklerini söylediler... <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Oh! Diyerek derin aldığımız nefesi geri veremeden oracıkta ölecektik. Avrupalının gariban kasası sadece 10 bin Pound'a kadar sigortalıymış! <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Ver ver kurtulamıyoruz. Aynı mantıkla ses ve müzik ödemelerini de yapamıyorduk hiç şüphesiz.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Senin kıçında kaç Pound kaldı?<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- 8 bin.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Senin<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- 6 bin<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Allahım sen sabır ver! Evdeki paraları da hesaplarsak 23 bin Pound'luk fırça yiyeceğiz yarın sabah patrondan.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">- Eve gidelim. Kusucam.<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><b>Sonunda...<o:p></o:p></b></div><div class="MsoNormal">Günler geceleri, geceler günleri para yeme telaşı içinde kovaladı. Biz para teleşındayken filmin kurgusu montajı bitti. Sonunda İstanbul'a beş parasız, adam başı sekiz bavulla dönmeyi başardık. </div><div class="MsoNormal"><o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><a href="http://www.kristalelma.org.tr/arsiv_detay.asp?kazananID=508">http://www.kristalelma.org.tr/arsiv_detay.asp?kazananID=508</a> <o:p></o:p></div><div class="MsoNormal">Film beğeniliyor, Kristal Elma ödülü ajansa geliyor. Traji komik hikayesi de size...<o:p></o:p></div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div><div class="MsoNormal"><br />
</div>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-2475272420398038732011-04-28T02:28:00.000-07:002012-07-25T14:40:02.929-07:00Alkış Çocuk<span style="font-family: Verdana;">Sahneye çıkanlar bilir, eğer olanakları iyi bir salonda sahneye çıkarsanız oyun teksti kötü bile olsa, izleyicinin salondan size hayran çıkma olasılığı hiç de yabana atılacak oranda değildir. Kahvemolası'na yazmayı kendi adıma biraz buna benzetiyorum. Benim için burası, olanakları iyi bir sahne. Üstelik giriş biletsiz olmasına rağmen tıka basa kaliteli seyirci dolu. <br />
<br />
Yazımın yayınlandığı gün, kendimi sahne ışıkları karartılmış üçbinbeşyüz kişilik bir salonun sahnesinde hissediyor, karanlıkta kimler oturuyor acaba diye siz seyircilerimi merak ediyorum. Öyle ya kendim okumak için yazmıyorum bütün bunları.<br />
<br />
Bilir misiniz, sahne ışıkları ilk üç sırdan sonrasını oyuncuya görünmez yapar. Karanlık noktadır oralar. Asıl seyirci ise o karanlıkta oturanlardır. Oyuncunun görebildiği ilk üç sırada oturanlar ise genellikle protokolden, bildik tanıdık, eş hısım akraba, davetli ve torpilli seyircidir. Oyuncunun seyircisidir. Zaten onlar, öylece sahnede dursanız bile sizi beğenir. Çoğunlukla da salona geç gelerek karanlık noktalardaki asıl seyirciye bir mesaj verir. 'Bak bu sahnedeki kız varya, pek sevişiriz onunla, bana önden yer ayarladı haberin ola'... <br />
<br />
Bir de alkışı başlatan seyirci vardır tiyatroda. Kimdir bu seyirci? Çoğu zaman bilinmez, bilinse bile asıl seyirciye bildirilmez. Oyun nerede doruğa çıkar, alkış nerede patlar, perde arası ne zaman verilir o bilir; başlar alkışlamaya, gerisi de karanlık noktalardan kendiliğinden gelir. Yazım çıktığında kendimi takip spotu üstümde, stres altında hissederken; yazarken başka türlü hissediyorum kendimi. Bir meydan kahvehanesinde orta oyunu oyuncusu yerine koyuyor yazmaya başlıyorum. Tıpkı tiyatroda doğaçlama çalışması yapar gibi. Kendime bir yer, bir mevsim, bir durum tarif ediyorum ve içimden geleni salıveriyorum ortalığa. </span><br />
<br />
<span style="font-family: Verdana;">Olanı biteni dillendirip, karekter komedisinden çok, durum komedileri yaratarak güldürüp, düşündürüp, eğlendirdikten sonra mevki<b>*</b> de oturan beylere ve kafeste<b>*</b> oturan hanımlara selam verip metni Dükkan'a<b>**</b> yolluyorum. Arada sırada Duygulu Komedya'larda çıkıyor tabi, sahte duygusallığın yaşandığı Yeni Dünya'ya<b>**</b> söyle bir tersten bakınca, arada sırada da Tregedya. <br />
<br />
Ne demek istediğimi tam anlayamayanlar için kendime bir yer, bir mevsim, bir durum tarif edip bugünkü yazıma geçeyim en iyisi. Belki bir örnek olur, belki alkış başlatan olur diye.<br />
<br />
Önce bir durumu tarif edelim ve ardından bakalım doğaçlama yapan aklım bizi nereye götürecek izleyelim.<br />
<br />
<em>Bindokuzyüzseksenli senelerde, sıcak bir ağustos akşamı, gişede eski devrimciler bilet satarken, çekirdek yiyen seyirciler bol boş koltuklara dağılmışken, lunapark gürültüsü seslere baskın çıkarken, berbat bir kuliste sıranı beklerken, İzmir fuarında bir açık hava tiyatrosunun arkasındaki ağaçta oyunun başlamasını heyecanla bekleyen bir kimsesiz çocuğun varlığını fark ettin. Sonra ne oldu? Hadi anlat bize Hususiabla.</em><br />
<br />
İlk geceden hepimizin dikkatini çekmişti. Oyunun en can alıcı yerinde, espirinin patladığı yerde seyircinin arasından birileri alkışı başlatıyordu. Kim olduğunu bulamıyor, alkışın nereden geldiğini anlayamıyorduk. Bir kaç gece sonra arkadaşlar sıska bir oğlan çocuğunu kulise getirdiler. Her gece oyunun tam da gerektirdiği yerde, ışığın kör ettiği noktadan, karanlıktan kopup gelen alkış çocuktu bu. <br />
<br />
Üvey baba dayağından on yaşında evden kaçmış, iki senedir fuarda yatıp kalkan, kendine göre 'tamam' bir delikanlı bize göre 'alkış çocuk'. O günden sonra tiyatronun arkasındaki ağacın kadrolu seyircisi, bize göre bizden biri olmuştu. <br />
<br />
Evden giyilecek, üstünü örtecek ne varsa taşır olmuştuk ona yemeğine kadar hazır ediyor, kuliste yatmasına izin veriyorduk. <br />
<br />
<em>Sanki bütün bunlar bizden olmasına yetecekmiş gibi...</em> <br />
<br />
Birgün kulisten oyunda giydiğim ince topuklu rugan ayakkabılarımın çalındığını farkettim. Ayağımda ne varsa onu giyip sahneye çıktım. Ben sahneye çıkmasına çıktım da, oyunun sonuna kadar ağaçtan çıt çıkmadı. Her yerde aradık ama bulamadık. Ne Erdinç'i, ne de o Allahın cezası ayakkabıları. Kapıdaki biletçiler(!) bana kızıyorlardı 'Düşme peşine.. Bırak onu... Sokmayız bir daha buralara, gelemez de zaten, onu bir güzel okşadık'. <br />
<br />
<em>Delirmiş gibiydim. Allahın belası bir çift rugan ayakkabı için olanlara inanamıyordum. Aydın empatisi güçlü, beni derinden okuyan biriydi. Kadın ruhum için değil, insani ruhum için ve ideallerimi gerçekleştirmem için birşeyler yaparak kalbimi kazanan biriydi o. Her zaman da öyle oldu.</em></span><br />
<br />
<span style="font-family: Verdana;">Ertesi sabah erkenden gittik fuara. Sabahın ilk ışıklarıyla daha bir romantikti fuar, mis gibi sevgili havası vardı Akasya ağaçlarının altında. Birbirimizin kucağına yatacağımıza kıyı köşe demedik banklarda, kafelerde, büfelerde, Akasya ağaçlarının altında seyircimizi aradık iki sevgili... </span><br />
<span style="font-family: Verdana;">Ama bulamadık. Bir gün, sürekli semaver çayı içmeye gittiğimiz kahveci bize Erdinç'in kahvenin yakınında olduğunu söyledi.<br />
<br />
- Onu aradığımızı söylemedin mi?, Çağırtır mısın onu?.<br />
- Sizden utanıyor. 'Ben çalmadım, çocuklarla kavga dövüş ettim, kim çaldıysa bulup getirecektim ama bulamadım, ablamın ayakkabılarını bulmadan çıkamam yanına' dedi bana.<br />
- Biz onu ne kadar aradık biliyor mu ?, nerede o?.<br />
<br />
Sonunda Erdinç geldi. Olanı biteni hiç konuşmadık, çay içtik, çift kaşarlı salçalı tost yedik. Günün sonunda kahveci ona karın tokluğuna iş vermiş, gece bir kenarda yatmasına izin çıkmıştı. </span><br />
<span style="font-family: Verdana;"><br />
<em>Sanki bütün bunlar onun kara bahtını değiştirebilecekmiş gibi...</em> <br />
<br />
Aradan aylar geçti, 27 Mart dünya tiyatrolar günü için bir oyun hazırlamıştık. 'Sen Gara Değilsin!'... Çok heyecanlıydık. Erdal mükemmel bir oyun çıkarmıştı, Arif o gün ilk kez sahneye çıkacaktı. </span><br />
<span style="font-family: Verdana;"><br />
İlk gece heyecanını yenmek için oyun başlamadan, perde arkasından uzun uzun salonu izlememi öğütlemişti bana bir usta. 'Hem ön sıradan sana güç verecek seyircini saptarsın, hem de sahneye çıkmadan seyircine alışırsın' demişti. Perdenin arkasından salonu izliyordum. Yeni yetme bir gıcır delikanlı elinde bir tek gül ile en ön sırada oturuyordu. Bana güç verecek seyircimi bulmuştum. Peki ya Erdinç bizi nasıl bulmuştu? Aydın bana sürpriz mi yapmıştı yoksa?. Ne olursa olsun, çok mutluydum. Alkış çocuk sahnelere dönmüştü... Aradan yaklaşık altı ay kadar geçti. Alsancak'ta bir kafede otururken birden gözüm karşıdaki çöp bidonunu karıştıran çöpçü çocuğa takıldı. Yerimden ok gibi fırlayıp kir pas içindeki çöpçü çocuğa sımsıkı sarıldım... <br />
<br />
- Erdinç bu ne halin? <br />
<br />
Başını öne eğdi, karakuru bir sesle..<br />
<br />
- Bırak beni Mehtap abla. <br />
- Neden?. <br />
- Utanıyorum abla.<br />
- Sen utanıyorsun, ben seni merak ediyorum. Neden bu haldesin?<br />
- Ben sizi bulurum abla... Yine gelirim oyununuza...<br />
<br />
Erdinç mi işi bırakmıştı? Yoksa kahveci mi onu sokağa salmıştı bilmiyorum. Ne olursa olsun, çok mutsuzdum... Alkış çocuk sokaklara dönmüştü.<br />
<br />
Bundan sonrası yok... <br />
Bundan sonrasında bugün... Belki beni bulmuş izliyordur diye Erdinç için bir itiraf var. <br />
<br />
<em>'Seni gördüğüm o son günden sonra o çocuğu içimden atamadım. O günden sonra hiçbirinizin gözünün içine bakamadım... Hiç birinizin saçını okşamadım. Hiç birinize evden ekmek taşımadım. Sizlerin dramına seyirci oldum olmasına da, senin gibi yürekli bir seyirci olamadım. Alkışı başlatmadım... Sen de beni bırak, alkış çocuk.. Sen beni alkışladıkça, keyfine varamıyorum hayatın. Utanıyorum...'</em> </span><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<b>Orta Oyununda;</b><br />
<b>*</b> Mevki ve kafes; erkek ve kadın seyircilerin ayrı ayrı oturduğu yer.<br />
<b>**</b> Dükkan ve Yeni Dünya; iş hayatını ve ev hayatını temsil eden dekor.mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-49885023349770966022011-04-28T02:10:00.000-07:002012-07-26T15:06:33.839-07:00İlk Sevgliye<br />
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Fethiye'nin dökme taş yollarında başlayıp, mavi yeşil
sularda derinlere dalan eskilerdeyim. Tepesi delik yollarında güneyin delisi
gibi dolanıyor aklım. Bir o mavi koy, bir bu kara zeytin gölgesi. Bulduğum bir
kaba ardıcın pürüne yaslanıp dinleniyor arada. Bildiğim bütün Fethiye
türkülerini mırıldanıyor içim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">'Yaslanaydım kaba ardıcın pürüne<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dinleyeydim kekliklerin sesini...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ünledim ayşe diye,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Odayı döşe diye.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ünledim fatma diye, <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">kaşları çatma diye...'<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dökme taş yolların yokuş başlarında çocuk aklım. Özlem bildiklerimi döke saça yokuş aşağı koşuyor. Durduramıyorum, aklım kaçıyor... Ağaca çıkmaya, ilk yağmurla toprağa yayılan salyangozları toplamaya. Her şeyi
bir bir hatırıyor. Ne yaşadıysa, ne öğrendiyse hepsini. Tükürükle çiyan
öldürmeyi, ağaçlardan ağustos böceği yakalamayı, çam pürsülünde kaymamayı,
güneşte yağan yağmurun adını, keçi beslemeyi, turunç aşılamayı, tarhana
ufalamayı, balıklarla yarışmayı, topuktan kara diken çıkarmayı, yıldızlara
bakıp hava tahmini yapmayı, teke süzmeyi, sırtı çekmeyi, rüzgarların alametini.
Kesik kapılı delikanlıyı. Sarıyı... Öpüşmeyi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ağustos sıcağında Mendos'un en karlı tepesinden
ünlüyorum sıcak şehre. Sesim bana geri dönüyor. Kimseden ses seda yok. Şehirde ölüm sessizliği var. Terim kar, deniz kan kokuyor. Korkuyorum...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Günlükbaşı'ndan giriyorum, Karagözler'den çıkıyorum. Arıyorum.
Yok. Vuruyorum Belcekız yollarına kendimi. 'O yok, gitti’, diyorlar. İnanmıyorum. 'İnan' diyorlar... </span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Sonrası kar, fırtına,
yağmur. Bahar yağmurlarına benzemiyor iri damlalar. Yaz sıcağında sırtından süzülen ter
gibi ılık. Karagözlerden yanaklarıma, yanaklarımdan toprağının koynuna sağnak. Aklıma sakladıklarımı hatırlıyorum. Çalış’taki
sediri. Analarımızın rahmine peşpeşe düştüğümüz tahta barakanın rüzgarda
çıkardığı sesi. Sana mavi bana pembe örülen patiklerimizi. Hikayemizi. Önce sen doğuyorsun sonra
ben. Sen sapsarı, ben kapkara. Sana ibiş diyorlar, bana çitlenbik. Sen ikinci
Karagözler'de büyüyorsun, ben birinci. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Güneşin kavurduğu bir yaz sıcağında bunalıp hesapsız
dalıyoruz turkuvaz koya. Sen balık gibi, ben karabatak gibi. Çok gülüyoruz. Sen
gözlerini kısarak, ben ağzımı fırın gibi açarak. Bir damda, yanyana yatmaya
aşina iki çocukken, bir avazda genç oluyoruz. Yaz alevi misali gençlik ateşi yakıyor çocuk
tenimizi. Kelebekler vadisinin bütün kelebekleri buse olup dudaklarımıza konuveriyor.
Al yanaklarımız bizi ele veriyor. İki mahçup kelebek gibi anları kızgın kuma
gömüp yaza veda ediyoruz. Sen için için ağlıyorsun, ben canhıraç.</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="background-color: white; line-height: 115%;"><br /></span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm54D0mfC9Zue0jDKvIUvCD1zlIGvfPzyWAWqGnnsq5lio-1F6bXrnCyTZ8ajJm2fMBQFFbtZ4jxeeLXl-3rqxZxX4avhgRmZ9XL0ELFlkIqKFeWBBqq17jDuMMpXowodCU-z9Ho5KWvo/s1600/528794_375311452537959_924664658_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm54D0mfC9Zue0jDKvIUvCD1zlIGvfPzyWAWqGnnsq5lio-1F6bXrnCyTZ8ajJm2fMBQFFbtZ4jxeeLXl-3rqxZxX4avhgRmZ9XL0ELFlkIqKFeWBBqq17jDuMMpXowodCU-z9Ho5KWvo/s320/528794_375311452537959_924664658_n.jpg" width="213" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background-color: white; font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 18px;">Yıllar... </span><span style="background-color: white; font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 18px;">Yıllar kamyon gibi üzerimizden geçiyor. Aralık oluyor, önce sen ölüyorsun, sonra ben.</span>
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="background-color: white; line-height: 115%;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><span style="background-color: white; line-height: 115%;"><br /></span></span></div>
<br />mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-70014465190729554382011-04-12T14:55:00.000-07:002011-04-12T14:55:26.763-07:00Eksik misiniz? Tam mı?'Dürtü ile tepki arasında bir boşluk vardır.. <br />
Bu boşlukta, tepkimizi seçme özgürlüğümüz ve gücümüz bulunmaktadır. <br />
Tepkimizde ise, gelişimimiz ve özgürlüğümüz bulunur.' <br />
<br />
Yukarıdaki satırların sahibinin kim olduğunu bilmiyorum. Okumakta olduğum kitabın yazarı Stephen R. Covey de bilmiyor. Covey'i etkileyen, hatta onu 500 sayfalık kitap yazmaya kadar götüren bu sözleri ben de düşündürücü bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim. <br />
<br />
Onu bunu bilmem ben gençleri çok seviyorum ve onlara güveniyorum. Ya da güvenmek istiyorum. Onların içinde bulundukları şartlar ile bizim şartlarımızı karşılaştırınca da onlara olan şevkat duygum katlanıyor. Çok zor şartlarda genç olduklarını düşünüyorum. Ve biz erişkinlere düşenin, bu zor şartlara rağmen hayatı biraz daha yaşanılır kılmak adına, onların umutlarının yeşermesi adına; mümkün olduğunca şevkatli, anlayışlı ve eğitici olmak olduğuna inanıyorum. <br />
<br />
Son günlerde medyada gençliği hedef alan bir bombardıman var farkındaysanız. 'Çok yüzeyseller, içleri boş, sevgisizler, dokunmayı bilmiyorlar, ilgi alanları kısır, duyarsızlar, sığlar, sanallar' vs. <br />
Bu kadar ağır eleştiri bana yapılsa aynen şöyle derdim: 'Evet öyleyim, ne olmuş? Bu benim seçimim. İsteğim gibi olmakta özgürüm'.<br />
<br />
Evet herkesin yaşama biçimi ile ilgili -abuk ya da değil- seçim yapma özgürlüğü var ve buna kimsenin diyecek lafı olamaz. Olamaz da...bütün gençlik topluca aynı tavrı seçince toplu eyleme giriyor mesele ve toplumsal sorun halini alıyor. Eleştirilen gençlik yığınının içinden sıyrılıp, saygın ve farklı olmanın yolu da ne vatan kurtaran ekipmanlardan biri olmaktan, ne kütüphane rafı gibi durmadan kitapla dolanmaktan, ne de içini doldurmak, yani içini dışını şişirmekten geçmiyor. Boş işler ile günü doldurmak yerine içini dolduracağınız başka bir boşluktan, 'bir boşluk anı'ndan söz edeceğim sizlere. <br />
<br />
Seçme özgürlüğümüzü kullanırken, farkımızı ortaya koyma ve kendimize tanıdığımız mutlu olma şansından; 'Tamam insan' olmaktan geçen etki ve tepki arasındaki boşluk bu, 'Ben' ile 'Benim özgürlüğüm' arasındaki boşluk. <br />
<br />
Az evvel sözünü ettiğim kitapta çok güzel anlatılıyor bu konu, kitabı okuyan herkesin cevabını kitabın içinde bulabileceği şu iki soru ister istemez ilk anda aklıma takıldı.<br />
<br />
Etki ve tepki arasındaki boşluk bazı insanlarda hoşluk olurken bazı insanlarda niçin an kadar kısa? <br />
Niye bazı insanlar anlayışlı ve yapıcı da, bazı insanlar tepkisel ve saldırgan? <br />
<br />
Çünkü; Bazı insanlar eksik. Yanlış, kaba, aptal, düşüncesiz, genç, cahil veya hayvan değil; eksik. <br />
Tam olmak için ne lazımmış derseniz. Çok basit. Aşağıdaki dört maddeden nasibini almak yeterli.<br />
1. Kişisel farkındalık. <br />
2. Bilinç.<br />
3. Yaratıcı hayal Gücü. <br />
4. Bağımsız irade. <br />
<br />
Hepsi bu kadarcık işte. Tam genç işi değil mi? Kısa ve öz, hap yap yut... <br />
<br />
Hepsi aynı anda doğru, hepsi aynı anda devrede olması gereken bu dört seçenekli testi çözemeyenlere ne deniyor derseniz, kısaca onlara 'eksik insan' diyor kitap. Boşluk anları sıfıra yakın olduğu için bu insanlar etkiye anında tepki verirlermiş meğer. <br />
<br />
Soyunu devam ettirme dürtüsü ile sadece hayatta kalmak adına hareket eden hayvanlar gibi;tıpkı bir hav hav gibi kuyruğuna bastığınız anda sizi ısırırmış bu tip insanlar. <br />
(Kitap böyle tanımlamıyor durumu kuşkusuz, bu ve bundan sonrası benim yorumum)<br />
<br />
Diyelim ki bir havhavın istemeden kuyruğuna bastınız. <br />
1. Köpek olduklarının farkında bile değillerdir. Sizin de bir insan olduğunuzun farkında olmadıkları gibi. Çünkü;kişisel farkındalıkları sıfırdır.<br />
2. 'O benim biraz canımı acıtmış olabilir, ama ben onu öldürmemeliyim' demezler. Çünkü; bilinç sıfırdır.<br />
3. 'Kuyruğuma bastığının farkında bile olmayabilir. Biraz ağlasam belki beni öper' diyemezler. Çünkü; yaratıcı hayal güçleri sıfırdır.<br />
4.. 'Hayvan olarak şimdi bunu ısırmam lazım ama ben bunu yapmayacağım ona yaptığının yanlış olduğunu anlatmalıyım' diyemezler. Çünkü; bağımsız irade sıfırdır.<br />
<br />
Bu kadar eksik olunca bizi ısırmalarından daha doğal ne olabilir öyle değil mi?<br />
<br />
'Tamam insan etki ile tepki anı arasında tüm bunları bir süzgeçten geçirir ve kendi insani gelişimine uygun ölçüde vereceği tepki ile kendi farkını ve seçme özgürlüğünü kullanarak mutlu olabilir' deniyor kitapta. Yani, tamam insanı havhavlaradan ayıran şey budur ve kuyruğuna bassanız bile sizi ısırmaz demek istiyor.<br />
<br />
Bana sorarsanız bunlara tastamam sahip olmak zeka ön koşullu bir yetenek. Herkesin harcı değil besbelli. İnsan burada bir zeka pırıltısı görmeden edemiyor.<br />
Tamam insanların arasındaki bazı insanlarda rastlanan özel bir yetenekten daha söz ediliyor kitapta ve bu bazı insanlara da 'parlak insanlar' diyor. Yani tam ve cilalı; tastamam insanlar.<br />
Bu özel yeteneğe ise 'gerçek mizah yeteneği' denmiş ve 'Gerçek mizah yeteneği: mizahi bir düşünce yapısı ve hayata bakış' olarak tanımlanmış bu özel durum kitapta. Sululuk ile sakın karıştırmayın.<br />
Parlak insan olmak için dört özelliğin tamamının tam olması ve dahası tamamının cilalanmış olması ise şart.<br />
<br />
İşte 'Çok özel insan' olmanın förmülü.<br />
1. Konulardaki İroni ve paradoksları görebilecek bir farkındalık, <br />
2. İçten, moral yükseltici, cesur, aşağılamayan bir bilinç,<br />
3. Gerçekten önemli noktaları belirginleştirebilen, yeni ve eğlenceli bir tarz yaratabilen yaratıcılık,<br />
4. Tepkisel ve saldırgan olmayan güçlü bir irade.<br />
<br />
Niçin bazı arkadaşlarımız bambaşka? Niçin bazı hocalarımız süper, anladık degil mi?<br />
<br />
Hadi cilasından vazgeçtim, mümkünse yukarıda saydığım dörtlü konusunda kendimizi geliştirelim, hayvandan farkımızı ortaya koyma fırsatını değerlendirelim ve mutlu olalım diyorum. Çünkü bütün bunlara sahip olduğunuzda çok önemli bir şeye daha sahip oluyorsunuz. Sevginizi gösterebilme ayrıcalığına. Ayrıcalığına dedim dikkat edrseniz. Problemin çözümünü iyi kavrarsanız ileride bana çok dua edersiniz gençler.<br />
<br />
'Sevgi bir eylemdir' deniyor kitapta. Vallahi kitabı öpesim geldi bu bölümü okurken. Çok uzun zamandır dilimde tüy bittiydi 'Gösterilmeyen sevgiyi yok sayarım' diye diye. Ama bu kadar derli toplu anlatamamıştım meseleyi kimselere. Gerçekten sevgi bir eylemdir.<br />
<br />
'Sevgi sevdiğinizi okşamak, onun için fedakarlık yapmak, onu dinlemek, takdir etmek, ve onaylamaktır. Sevgi bir duygu değildir. Öyle durup bakarak, mum ışığında kadeh tokuşturarak, karda yuvarlanarak sevgi duygusu karşınızdakine geçmez. Sadece hoş vakit geçer, hoş saatler bitip, tek başına kaldığınızda, içinizde hala merak, korku, endişe, acaba ve hayal kırıklığı varsa sevgi arabaya atlamış Fizan'a doğru yola çıkmış demektir'.<br />
<br />
Aynen böyle yazıyor. Ve ben de aynen katılıyorum.mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-38657763200711629942011-04-12T14:48:00.000-07:002011-04-12T14:48:36.880-07:00Gençlere MasallarBüyüyüp serpilmeni saygıyla bekliyormuş gibi duruşuma bakıp, sakın aldanma. Bal gibi hayallerim var senin için. Okul falan derdim değil. Nasılsa bir yolunu bulur okursun. Yeni furyalara kendimizi kaptırmışlıktan başka hiçbir anlamı yok sınavların özel okulların benim gözümde. Hiç biri senden daha özel; senden daha yüce değil. Ders işte en nihayetinde, müdür muavini gibi oturup okulu ve okumanın önemini konuşacak değilim. Dersler, notlar, takdirler falan filan. Yıllardır bildiğin coğrafya, bildiğin kimya... Ekvatoru teğet geçen çizgi ben bildim bileli aynı yerde duruyorsa; sittin senedir bir yere kıpırdamıyorsa, daha birkaç yüz yıl bir yere gideceği yok demektir. 'Bildiğin kimya' dediğime bakma kimya bildiğinden değil. Benim de bildiğim yok zaten, hepsi uçtu gitti aklımdan. IQ düşüklüğünden hiçbir zarar görmedim, fazlasından fayda göreni de pek gördüm sayılmaz. Ortalama adama göre hazırlanmış ders programlarının üstesinden gelmek için IQ olsa da olur olmasa da. EQ desen hiç şart değil, geçerli bir diplomayı kapmak için.<br />
<br />
Öyle bir zamana denk geldin ki, ne anlatsam demode kaçacağımı biliyorum okumanın erdemi adına. Ne IQ, yuvarlak bir kalça kadar para ediyor; ne de bir çift dik memenin yerini tutabiliyor EQ...<br />
<br />
Hayat takdir ediyor eninde sonunda herkesi... Her sene kapıp geldiğin takdir belgelerin olmasa daha mı az değerli olacaksın benim gözümde sanki. Alakası yok. Ödül işte... Bir nevi kağıttan hediye. Başarılı çocuğa Converse almayı akıl ettiklerinde takdir belgesi de önce evde çekmecelerdeki kalabalıklara, sonra da tarihe karışır. Converse markasını sponsor etseler karnelerde başarı oranı nasıl artar düşünsene. Bunu akıl etmek için kimyayı ezber yapman hiç gerekmiyor; motivasyonun anlamını kavraman yeterli.<br />
<br />
Anlayacağın okul başarısından daha önemli şeyler var konuşulacak... genç olmak... mutlu olmak... vefa gibi... hayatın anlamını anlamak gibi...<br />
<br />
- Heyy sen beni dinlemiyor musun? Havaya mı konuşuyorum ben? Aklın fikrin sivilceli çocukta...<br />
- Biliyor musun ne oldu?<br />
- Sivilcelinin en yakın arkadaşı, sana seni sevdiğini söyledi.<br />
- Nereden bildin!?<br />
- Ben bilirim... Hatta kafan karıştı değil mi?<br />
- Evet, biraz...<br />
- Bak onu da bildim.<br />
- Ama bu çocuk onun kadar yakışıklı değil...<br />
- Bırak şu yakışıklı sevdalısı olmayı, tipiyle değerlendirme insanları.<br />
- Bu yaşta bir erkeğin nesine bakayım söyler misin? Mesleğine mi, tahsiline mi, arabasının markasına mı, karakterine mi, ruhuna mı? Bu yaşta bir erkeğin nesine bakılır ki yakışıklılığından başka?<br />
<br />
Haklısın. Senden çok şey öğrendiğimi ve seninle sohbet ederken çok keyiflendiğimi itiraf etmeliyim. Öyle keyif vericisin ki; keşfedilmen yakındır. Kapılıp gitmen an meselesi biliyorum. Bana göre olmadık, sana göre olduk birine.<br />
<br />
Haklısın dediysem, öyle sakince durup, senin büyüyüp serpilmeni bekleyeceğim sanıyorsan yanılıyorsun bebek. İstediğim gibi bir genç olacaksın.<br />
<br />
Halil Cibran şöyle demiş gerçi ama:<em> 'Çocuklar sizin çocuklarınız değil. Onlar kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler. Ve sizinle birlikte olsalar da, sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.'</em><br />
<br />
Olabilir! Halil Cibran'nın doğurduğu eserleri ve sevgi dolu aklını pek severim sevmesine de; ancak sen benim yarattığım bir şeysin, Halil bey'in değil. O ne demiş, bu ne demişe bakarak bir yere varamayız bebek. Biz kendi işimize bakalım.<br />
<br />
- Troya hakkında ne varsa bilmek istiyorum.<br />
- Önce mitoloji'yi anlayarak başlamalısın.<br />
- İlyada'dan mı?<br />
- Hayır. Ege'yi anlamak ve Ege'ye aşık olmak gerekir mitolojiyi tam anlamak için.<br />
- Ne demek bu?<br />
- Önce Ege ve havzası bilinecek, sonra Ege masalları okunacak...<br />
- Yani önce Coğrafya.<br />
- Evet. Önce Coğrafya, sonra Tarih, sonra Edebiyat ve...<br />
- veee AŞK!!<br />
- Önce dediğimi yap, sonra ne halt edersen et. İster destan gibi yaşa aşkı, ister aşkın destanını yaz.<br />
<br />
Sana ne anlatırsam anlatayım aklın fikrin hep o yakışıklı çocukta. Kitap okumanın, kendini yetiştirmenin faziletlerini, ekvatorun teğet çizgisini, hayatın gerçeklerini anlatsam beni dinleyecek misin ki? Elbette ki hayır. Değil mi ki gençsin, gerçekleri sevmezsin; öyleyse masal anlatmaya devam.<br />
<br />
- Doğumunu anlatayım sana istersen.<br />
- Gerçekten anlatır mısın? Hiç anlatmazsın böyle şeyleri, sanki hiç doğum yapmadın.<br />
<br />
Annelik değil ki anlatacağım şaşkın. Nasıl anne olduğumdan, ne kadar sancı çektiğimden bahsedecek değilim. Annelik ile doğurmak aynı şeyler mi sanırsın yoksa... Sadece kadınlar doğurur sanıp; doğumu, bedeninle sınırlayıp, 3.5 kiloluk bebek mi sanırsın.<br />
<br />
Yanılırsın kelebeğim... Böyle düşünürsen sen de pek çok kadın gibi yanılırsın. Doğum can yaratmaktır; bedeninden birini çıkarmak değil. Sev ve derin düşün. Sen de doğurur, sen de bir can yaratırsın.<br />
<br />
- Sadece annelerin doğurduğunu düşünmenin bir yanılsama olduğunu, doğumun her türlü yaratma olduğunu, insana can katan şeyin ruh olduğunu, ruhun sevgiye arzulu olduğunu, sevgi'yi annelikten daha kutsal bulduğumu sana nasıl anlatabilirim bilmiyorum.<br />
- Anlat.<br />
- Bak tatlım, doğurmak, sonsuzluk ve ölümsüzlük özlemidir. Çoğalmak arzusu değil. Sevgi ise ölümsüzlüğün ta kendisidir. Bu mantıkla ister kadın olsun ister erkek fark etmez, sonsuzluk özlemi olan, her insan doğurabilir.<br />
- Yani doğmak ölümsüzlük demek öyle mi.<br />
- Hayır doğmak değil, doğurmak....<br />
- Karışık. Ben yakışıklı birinden doğurmak istiyorum.<br />
- Doğru düşünüyorsun. Güzel olana ilginin sebebi estetik bir kaygıdan değil, içgüdüsel. Genç bedeninin sana cilvesi.<br />
- Sahi mi?<br />
- Maalesef. İyi gen, güzel nesil arzusu, bir nevi hayvansal içgüdü. Ruhun doğurmak istemeye başlayınca gelişip, değişeceksin.<br />
- Ruhum ne zaman doğuracak?<br />
- Bekle, daha vakit var. Sadece dış görüntün değişmez bebek, içi de değişir insanın zamanla. Hepsinin sırası var.<br />
- Sırada ne var?<br />
- Genç olmak, güzel bedeninden, güzel beden doğurmak için; güzel bir bedene aşık olmak.<br />
- Ruhum kime aşık olacak, doğurmak için?<br />
- Ruhun doğurmak istediğinde eşsiz bir ruh isteyeceksin yanında, güzel bir beden değil. Bunun için de önce güzel bedenlerin birbirinin aynı olduğunu anlaman gerek. Gençken hiç kimsenin ileride nasıl bir ruha dönüşeceğini kestiremezsin. Orta malı sevgi düşkünleri gibi büyümeyip, gelişeceksin. İstersen bütün yakışıklıların ileride eşsiz bir ruha dönüşmesi için dua bile edebilirsin.<br />
- Dalga geçiyorsun yine.<br />
- Kesinlikle değil. Hem eşsiz hem fiyakalı bir ruha kim itiraz edebilir ki?<br />
- Ruhum doğurduğunda ne olacak peki?<br />
- İlyada gibi eşsiz bir destan ya da Homeros'un ki gibi eşsiz bir hayat.<br />
- Yine masal anlatıyorsun, uyuyayım da yabana gitmesin bari. Belki rüyamda bir yakışıklı görürüm.<br />
<br />
Uyu bebeğim evvel zamanlar içinde, prens masalları ile uyu da büyü. Ve gelecekte bir sabah; eşsiz ruhlara özlemle, gencecik uyan...mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-84133612241420198172011-04-12T14:44:00.000-07:002011-04-12T14:44:48.697-07:00Gün doğduÜç gün önce annemden kardeşim çıktı. Tıpkı maymuna benziyor. Çok çirkin. <br />
Dün gece hiç uyumadım. Kardeşime isim düşündüm, bulamadım. Gece uzun sürdü, karanlıktan korktum. Uykum da korktu. Kaçtı. Karanlık azaldı. Biterken karşımızdaki tepedenin arkasından biri fener tuttu. Sonra bir top çıktı tepeden. Tıpkı kardeşim gibi kırmızı suratlıydı. Ama çok güzeldi. <br />
Kardeşime isim buldum. 'Gündoğdu' olsun dedim. Annem güldü. 'Kanyon olsun. Babanla orada bira içerdik' dedi. <br />
Hiç bir şey anlamadım...mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-82483258197369050032011-04-04T13:01:00.000-07:002012-07-25T14:43:56.049-07:00Uykumda sayıklarım ben<span style="font-family: Verdana;">Gecelerden dün gece uyuyamadım, İstanbul Boğazı'nda dolaştım. Kendimden yorgun düşüp rüya içinde rüyaya daldım. Yaşlı bir otelin beşinci kat balkonunda, turuncu güneş altında ışıl ışıl yanan allı pullu kadife bir balıktım. Sağa baktım sola baktım. Rüyadaydım. İçinden hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz karşımda, küçük koyda salınan teknelerin beyazlı yelkenleri arkamda duruyordu. Önce uçsuz bucaksız deli derinlere, sonra bir de aşna-fişneli koyun koynunda uykudaydım. </span><br />
<br />
<span style="font-family: Verdana;">Rüyaya hangi kıyıdan dalayım bir türlü karar veremiyordum. Aşağıda uzak yoldan gelmiş arabanın şehre yabancı plakasını okudum. Motor susalı çok olmuş ama içi soğumamıştı, sıcacık bir 'merhaba' duruyordu dikiz aynasında. Birden nasıl olduysa oldu, denizden gelen bir ses duydum.<br />
Denizin içinde deniz gibi bir denizci 'Gel' diyordu bana.<br />
<br />
- Sen kimsin?<br />
- Seninle aynı rüyayı gören adam...<br />
- Nereye gideceğiz?<br />
- Mavi denizlerin, altına... <br />
- Rüyadayım ben, gelemem.<br />
- Gel... Bu rüya ikimizin.<br />
<br />
Etrafa bakındım, görünürde kimseler yoktu. O sabah şehir nasıl da güzeldi. Yükseklerde beyaz bulutlar, havada bir başka tazelik vardı. İçim rahat, hiç uyumadığım uykumu çoktan almış, yıllardır mavi suda masmavi suya hasret gibiydim. <br />
<br />
Allı pullarımdan soyunup, boğazın tüm rengarenklerini bırakıp denize daldım. Gözlerimi şehrin ay ışıklarına, mor salkımlarına kapadım. Kendi rengimi bulana, denizde yok olana kadar gözlerimi hiç açmadım. Gözlerimi açtığımda herşey yeni, herşey değişmiş gibiydi. Ne yelkenlilerin beyazı aynıydı, ne Emirgan çileğinin tozpembesi, ne boğazın korularının nefti yeşili, ne de Mayıs erguvanlarının eflatun nefesi. Hayal maviydi. Ben çırılçıplak. <br />
<br />
Önce ben gülümsedim ona, sonra o bana. Konuşmadan günlerce, yıllarca derinlere yüzdük. Denizin arka bahçesine uzandık bir ara. Bahçede mavi ağaçlar vardı, mavi kuşlar, mavi bulutlar ve mavi huzurlar. Kimdik? Adımız neydi? Eski hikayelerimiz ne renkti? Hiç sormuyorduk. </span><span style="font-family: Verdana;">Boş bulduğumuz bir istiridyenin içinde birbirimize saklanıp rüya içinde aynı rüyaya daldık. </span><br />
<br />
<span style="font-family: Verdana;">Gülümseyen gözlerimden sevdalı inciler dizi dizi iniyordu yanaklarıma rüyaya uyandığımda. Çıplak bedenime dolanan iki sıra istiridye kolyeyi benim için bahçeden toplamış, ben uyurken boynuma takmıştı. Elimden tuttu, beni mavi menekşe derinlere doğru usulca çekmeye başladı. Daha derine, daha derine, en koyu maviye. İçimde büyüyen inci bizi kurşun gibi en mavi derine çekiyordu. Mavi koyulaştıkça kaybetmekten korkuyordum. Belki de kaybolmaktan... </span><br />
<span style="font-family: Verdana;">Dibe indikçe adımı fısıldayor, kulaklarıma basınç yapan fısıltılar beni kendine sarhoş ediyordu. Kendi ağırlığımdan kurtulamıyor, korkuyordum. <br />
<br />
Karşımızda binlerce renkli bir 'deniz kuşağı' belirdi. Nasıl anlatsam? Hani sanki altından geçiversek rüya bitecek gibi bir histi. Tam altından geçecekken, birden yüzeye çıkmak istedim. Kendimden kaçmak, deniz kuşağının altından geçerken tutacağım dilekten kurtulmak. Belki de kazanmak... <br />
<br />
Koluma usulca dokundu... İttim, tekmeledim, incittim. Rüyanın bitmesi için bitirdim.<br />
<br />
- Gitme...<br />
- Korkuyorum.<br />
- Neden korkuyorsun?<br />
- Yıllarca sürmesinden.<br />
<br />
Hemen uyanmazsam bu rüyanın yıllarca süreceğini o an hissetmiştim. Derinlik sarhoşluğum gittikçe artıyordu. Başım dönüyor, uykum ağırlaşıyordu. Düş göremez, rengarek düşünmez olmuştum.. Anlatamadığım bir mavilikti yaşadıklarım. <br />
<br />
Onu gerçeklerinden kan kırmızı kıskanıyordum... Gitmeliydim. </span><br />
<span style="font-family: Verdana;">Ne dediğini bile dinlemedim ve hızla suyun yüzüne doğru yok olmaya başladım. Yüzeye yaklaştıkça göz alan aydınlık birden kararmaya başladı. 'O' gözden kaybolmuştu. Artık görünmüyordu. Deniz mavisi sular karanlık, ben güz sarısıydım... <br />
<br />
Karaya çıktığımda şehir güz ben buz kesmiştim. Üşüyordum. Ayakta duramayacak kadar sarhoştum. Tutunduğum yeşil ebruli ağaçlar, sararmış kavruk yapraklarını yola bırakıyorlardı. Ağır geliyordum asırlık renksiz ağaçlara. Kendimi de taşıyamıyordum artık. Bir ağacın dibinde, toprağa oturup bir süre soluklandım. İçimde büyüttüğüm mavinin ağırlığında denizi daha çok özlüyordum. Hazan sağnağından ıslaktım, kurunamıyordum. Beni tek nefeste yirmibin fersah dibe indiren o rüya neydi. Tam tabirini bulamıyordum. Rüyalarımı durdurabilir, olayları değiştirebilirdim. Bunu daha önce defalarca yapmıştım. Yine yapmalı, çocukluğumun turkuaz koylarını görmeliydim ya da gençlik yıllarımın leylak sokaklarını. Büyük beyaz kuşun peşinden göklere uçmaya çalışmalı ama bir türlü uçamamalıydım. Rüyam, rüya içinde rüya gibi değil, rüya gibi olmalıydı. Bildik renklerin renkli rüyalardan biri gibi işte... <br />
<br />
Beyaz kuşlar çoktan havalanmış, gençliğimin leylak sokaklarında merhabasız arabaların dikiz aynaları vardı. Havai mavi bir rüzgara kapılmış rotasız bir yelkenlinin dümen suyundan, çocukluğumun turkuaz koylarından yeniden rüyaya daldım. Rüyamda ak bir teknede allı pullu bir balıktım. Dalga ne yandan vurduysa o yana sallanan allı pullu bir balıkla, deli dumanlı şarabi sohbetlere daldım. Sohbetin sarı papatya falına bakarken birden denize düştüm. Ben mi atladım yoksa biri arkamdan mı itti seçemedim. Kır çiçeklerim ile denizdeydim. Çiçeklerim etrafa dağıldı, toplamaya çalıştım. Dağıldıkça renkleri solmaya başladı. Solmalarını görmeye kıyamadım, denizden çıktım...<br />
<br />
Denizin tadını tuzunu içindeyken değil, çıkınca sevdiğimi; denizden bende geriye kalanı, denizden daha çok sevdiğimi hatırladım. Üstümden allı pullar döküldükçe tenim kayganlaşıyor, tuzlu tadından denizin yosun rengi kokusunu alıyordum. <br />
<br />
Ter içinde uyandığımda ıslaktım ve üşüyordum. Hala rüyada mıyım diye kendimi kontrol ettim, hayır yatağımdaydım. Üstümdeki mavi atlas yorgan yere düşmüş, İzmir ayazı beni üşütmüştü. Ayılmaya, olanı biteni anlamaya çalışırken, arka bahçeden bir ses duydum. <br />
<br />
- Boğazda, rüyaya daldığımız yerdeyim. <br />
- Sen kimsin?<br />
- Seninle aynı rüyayı gören adam.<br />
- Rüyadan yeni uyandım, gelemem.<br />
- Gel... Bu mavi ikimizin.<br />
<br />
Gecelerden dün gece, mavi atlas bir yorganın altınına saklandım. Maviden korkak, rüyalara daldım. Rüyamda mavi benekli çirkin bir kurbağaydım. Bir daha uyanamadım.</span>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-51657225089610354952011-03-23T04:46:00.000-07:002013-01-27T16:09:50.907-08:00Siz yoktunuz<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Calibri;">Beni son durağıma götürecek olan yol, iki büyük fıstık çamının arasından başlayarak kıvrılıyordu. Büyük ve harap bir bahçeyi ortadan bölüyordu belli belirsiz. Az çiğnenmişti, belli ki fazla yolcusu yoktu. Ağaçlar yavaş yavaş tazeleniyorlardı. Kuşların sesini duydum, bir de hafif esintilerle kıpırdanan dalların uğultusunu.</span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Calibri;">Tek başıma gelmiştim. Bir teslim oluş gibiydi herşey. Hayatımın bu son yolunda tek başıma yürümek istememiştim. Siz yoktunuz o zamanlar, kimseler yoktu.</span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Ağaçların arasına gizlenmiş sarı boyalı büyük evden ses gelmiyordu. Bahçedeki bank da<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>boştu. Birkaç kat giysi ve dantel ipliklerden oluşan yarısı boş bavulu taşımak bile beni yormuştu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yeni hayatıma biraz dışardan bakmak,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>soluklanmak istedim. Banka oturdum.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Evin kimsesiz pencerelerine baktım. Etrafa, ağaçlara, dallara, beni buraya getiren dar yola. Orada ne kadar oturdum bilemiyorum. Belki on dakika belki bir saat. Sarı evin kapısı açıldı sonra. Ayten hanımla,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Serpil hemşire<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>çıktı kapıdan. Beni içeri aldılar; içlerine... Burasının benim evim olmadığını dikte eden kuralları Müdür Bey’den öğrendim. Canım sıkıldı, sevmedim. Alışırsın dediler, teselli ettiler. Odama gittik. Sürekli birşeyler anlatıyorlardı ben duymuyordum. Duyuyordum da anlamıyordum<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ya da. ‘Yalnız bırakın beni bir süre’ dedim. ‘Peki’ dediler gittiler. Pencereye yanaştım sonra, son durağıma. Sonraki hayatıma baktım. Bahçeye, bu bahar açmayan portakal ağacına, kestanenin altındaki banka. Terkedilmiş hayatlar gibiydi. Şanslıydım. Odamda kendime ait banyo, sabahı bekleyip, geceye arkadaşlık edeceğim büyük bir pencerem vardı.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bizi unutanlardan,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ailelerimizden bizi uzaklaştıran, yalnızlığa açık; özleme kapalı<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>camdan kapı. Son pencerenin önündeyim<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Samim Bey.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Pencereyi tıpkı tavsiye ettiğiniz gibi hafif aralıyorum. Dışarıdan gelen havayı içime çekiyorum, kalp ritmime iyi geliyor. Rahatlıyorum.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Siz yoktunuz o zamanlar. Odam havasızdı. Günler ağırdı. Yemekler<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>tuzsuzdu, meyvalar<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>soyulmuş bırakılıyordu tabağıma. Sonra siz geldiniz . Yemekler tuzlandı. Pencerelerden odaya taze bahar doldu. Günler geçer oldu. Meyvaları ağaçtan yer olduk.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Bunu size hiç anlatmadım. Geldiğiniz gün ben bir hayli üzgündüm aslında. Kahvaltıya inemeyecek kadar güçsüzdüm. Uykusuzdum. Peri için ördüğüm dantel perdeyi bütün gece örüp bitirmiştim. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Elimde paketimle, fıstık ağaçlarının arasından gelen her sese kulak kesilmiş onu bekliyordum.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ama gelmedi. Elimde paketimle kırık dökük beklerken siz geldiniz. Bir anda kestanenin dibindeki bankta belirdiniz. Pencereme seslendiniz. ‘Merhaba’<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>dediniz. Gönlümü aldınız. Üzüntüm geçti. Bir hafta daha bekledim Peri’yi. Yine gelmedi. Siz beni teselli ettiniz. Elimi tutarak... Gazetede okumuştum, buralarda kalan insanlar yabancı oldukları bu dünyada kaybolmamak için, korktukları için elele tutuşurlarmış. ‘Kurallar yaşanan yerin doğal hayatı içinde geçerlidir, sen benim elimi tutmuyorsun, bana tutunuyorsun bunda hiç bir kötülük düşünme’’ derken samimiydiniz. Bir eli tutup yürümek, içinden geçenleri söylemek yalnızlığın kaçamaklarıydı; ruhların değil. Elinizi tutuyordum oysa. Kurallara rağmen elinizdi tuttuğum. Eşiniz hanfendiye karşı kendimi suçlu hissettim . Suçluluk duygusu beni eleverdi. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Dün birlikte diktiğimiz sarı gülü suladım. Henüz tomurcuk vermedi. Yeşil yaprakları taze. ‘Bu gül senin’ demiştiniz. Ben ise siz gibi suladım onu. Tıpkı öğrettiğiniz gibi, dibinden bir karış uzağa kalın bir dal parçasıyla hayat halkası kazıp, halkanın içini suladım. Suya yavaş yavaş, kendi hayat halkasından tadına vararak doydu. Birşey daha yaptım. Peri’ye ördüğüm perdeyi odama astım. İçeriye güneş hikayesiyle gelir olurdu. Görseniz çok beğenirsiniz.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Dün size yazarken odama geldiler, ışıkları kapatmam gerektiğini söylediler. Saat hayli geç olmuş. Farketmemişim. Işığı kapattım. Uyumuşum. Rüyamda Peri’yi gördüm. Gelin gittiğim Nişantaşı’ndaki evdeydim. Dantel perdelerimin püsküllerini onarıyordum ki... O’nu gördüm.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Caddeden karşıya geçiyordu. Karşı kaldırımda durdu pencereme baktı. Göz göze geldik.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Beni gördüğüne çok sevindi. ‘Kusura bakma gelemedim. İlk fırsatta geleceğim halacığım söz ‘dedi. Cevap vermek istedim ama olmadı, sesim çıkmadı. Ağzım açıldı, kapandı ama sesim çıkmadı. Ne sitem edebildim, ne çok sevdiğimi, özlediğimi söyleyebildim. Niyetimi söyleyemeden, içimden geçenleri duyamadan gitti.Gitme dur bile diyemedim. Sert bir rüzgar<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kornijden sıyırıp savurarak yere yığdı dantel perdeyi. İçeriye serinlik girdi. Uyandım. Yorgan üstümden kaymış. Üşümüşüm. Biraz hastayım. Serpil hemşire ‘dışarı çıkmayın bugün’ dedi. Odamdayım. Pencerenin önünde. Boş banka bakıyorum. Cama nefesimi veriyorum, cam buğulanıyor. Buğuyu silmek için uzattığım elime bakıyorum. Yoksunuz...<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">İki gündür hiç tadım yok.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bugün bahçeye çıkıp gülü sulamam lazım. İyileşmeden olmaz dediler, biz sularız dediler. Ben sularım siz ellemeyin dedim. Ama gücüm yok. Hiç yok...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Bir hafta ne çabuk geçti. Kendime geldim sayılır. Sabaha karşı gizlice bahçeye ineceğim. Yarın Hıdırellez. Çocukluğumdan beri çok inanırım hıdırellezin sihrine. Bir keresinde babam üç dört aydır Ankara’daydı. Çok özlemiştim. Ne yapsam olmuyordu, gelmiyordu. Belki beni merak eder, gelir diye hasta numarası bile yapmıştım. Gelmedi. Hıdırellezde komşunun bahçesindeki gül ağacına bir dilek astım. ‘Hıdır baba, babamı getir’ yazdım ve bir ayakkabı çizdim. İnanır mısınız ertesi<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>gün okuldan geldiğimde kapının önünde babamın ayakkabıları vardı. Babam gelmişti. O gün bugündür hiç aksatmam. Mutlaka birşey dilerim. Gün ağarırken sarı gülün dalına asmak üzere bir bank resmi çizdim. Yanına da bir gül.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>‘Samim Bey’e acil şifa, bana da yaşama sevinci ‘ diye yazdım altına. Bir hayli düşündüm, başka iyi dilek bulamadım. En iyi dilek sağlık, sıhat ve neşe... Dilerim olur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Büyük temizlik vardı bu sabah, bizi dışarı çıkardılar. Yarın da banyo günü. Hepimiz yıkanıp paklanacağız. Hiç içimden gelmiyor süslenmek. Ziyaretçilerimiz olacakmış haftasonu. ‘Anneler günü buraya çok gelen olur. Torunlar, evlatlar, kardeşler‘ dediler. Kulak asmadım. Kurallara uymak lazımmış. Fasıl gelecekmiş. Saçımı keseceklermiş. Berber gelecekmiş. Tırnaklarım boyanacakmış. Ellerimi ben bile tanıyamıyacakmışım. Umurumda mı? Artık ellerime hiç bakmıyorum ki... Hem de hiç.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Haftasonu burası çok kalabalıktı. Başım döndü biraz. Odamdan çıkmadım. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Dün, sarı gül açtı. Hem de iki tane. Çok güzel kokuyorlar.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Bugün dantel perdeyi pencereden kaldırdım. Yerine kalın bir keten istedim. ‘Yaz geliyor, güneş çok’ dedim.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>‘İçerisi karanlık olur’ dediler. ‘Olsun’ dedim... </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Yaz geldi sayılır. Sıcak bana dokunuyor. Tansiyonum düşük. İştahım da azaldı. Epeydir size havadis veremedim. Herşey aynı. Sarı gül bir daha açmadı. İlaç yapılması lazım. Kendime geleyim hele...</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: Calibri;">Bu sabah yeni bir bey geldi buraya. Sürekli ağlıyor. Eşini kaybetmiş. Doktor oğlu bıraktı gitti. Sık sık gelirim dedi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Kah karımı özledim diyor, kah evimi, kah Enver’i... Enver oğlu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Çok ağlıyor. Yakında alışır. Susar. Bize karışır. Sessizleşir. Enver’e sahteleşir. Nazım beyin fıkralarına güler. Kurallara uyar. Beni sorarsanız<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Samim bey , biraz huysuz oldum. Eskiye düştüm iyiden. Yenilerden birşey istemiyorum. Gelenleri tanımak bile. Yalnız kalmak istiyorum. Canım ne zaman isterse o zaman uyanıyorum. Ziyaret günleri süslenip salona inmiyorum. Tansiyon hapını içmiyorum. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: Calibri;">Anlayacağınız,kurallara uymuyorum artık, umurumda mı? Yine de halılar yutuyor ayak seslerimi Samim Bey. Peri’yi, perdelerimi ve sizi çok özlüyorum. İyi ki girdiniz hayatıma Samim Bey. İyi ki girdiniz.</span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; text-align: justify;">
<i><span style="color: navy; font-family: "Verdana", "sans-serif"; mso-bidi-font-family: Tahoma;"><br />
</span></i><span style="font-family: Calibri;">Julide</span></div>
( İtalik satırlar sahibine, arası bana ait)mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-62972762171452137792011-03-15T14:53:00.000-07:002011-03-15T14:53:06.444-07:00ÇİZMELERİN GICIRTISIAyak parmak aralarımda sümüklüler yuvalanıp; yaslandığım yastıkların deseni sırtımda dövmeler yaratana kadar yayıldığım yazlıkçı hallerimden bir akşam üstü yine.<br />
<br />
Güneş usulca yerini geceye bırakıyor. Güneş ışınları ile verdiğim 'mahrem olmadan marsık olma' savaşını yine kazanmış, sereserpe tuz kokulu yanık tenimi kumlarla örtüyor, sürekli balkonda geçen hayatlar nedeniyle aşırı gelişmişlik gösteren sınır komşuluk ilişkilerimi kumsalda geliştirmeye devam ediyorum. Yan komşu, arka komşu hepsiyle ilişkim mükemmel. Dün gece dağıtıma verdiğim Ali Nazik tabağı çok sükse yapmış olmalı. Herkesin bana bakışı değişmiş gibi görünüyor. 'Ellerine sağlık, bayıldı bizimkiler, tarifini versene?' diyen diyene... 'Aşkolsun, ne zaman istersen yaparım' diyorum. 'Patlıcanlar közleniyor değil mi?' diyerek ağzımdan tarifi alma çabalarını boşa çıkıyor; ser veriyor, sırrımı vermiyorum.<br />
<br />
Yazlık yerlerinde komşudan gelen tabaklar hep problemdir. Gönderilen tabağı boş yollama hadisesi savaş sebebi bile olabilir. Biraz geç uyanmaya gör, tüm komşulara 'Günaydın' deyip kendi eşref saatini bildirmemişsen eğer çıra gibi yanmışsın. Beyaz peynir üzerine koyduğun kayısı reçelli ekmeği daha yutamadan balkondan burnuna uzatılan bir tepsiyle irkilirsin. Bir fincan orta kahve yanında reçelli ekmek şekline dönüşür kahvaltı menüsü.<br />
<br />
Yazlıkların sesi ve rengi şehirlere benzemez. Motor gürültüsü, kapı zili hiç duyulmaz oralarda. Sadece susmayan cırganların ve çocukların sesi vardır. Temmuz'da ötmeye başlayıp Ağustos sonlarına doğru sesi sızlanmaya dönüşen cırganlar, gri başlarlar şarkılarına; sararıp susarlar. Ama çocukların sesi marsıklara dönüştüklerinde bile kesilmek bilmez. Ya paletleri kayıptır ya da en sevdikleri şapkaları. Ya bir arkadaşı havlusuna sümüğünü silmiştir ya da terliğini alıp kaçmıştır öbürü. Şehirde steril viyollerde yaşayan bu yumurtalar, rastgele otlara bırakılmış sahipsiz çamurlu yumurtalara dönüşürler kısa zamanda. İlk günlerdeki şaşkınlıkları üzerlerinden atar atmaz konu komşunun beslemesi haline dönüşürler. Top peşimde şopar olup tanınmayacak hale geldiklerinden onları tanımamazlıktan gelmek de kolaylaşır. Bütün sorumlulukları üzerinizden atıp tatilin keyfini çıkarmaya işte o zaman başlarsınız.<br />
<br />
Oralarda hava bedava, su bedava, karpuzun kilosu beş yüzbin eski liradır. Kışın kaçırdığınız tüm filmleri yıldızların altında çiğdem çitleyerek iki milyona izleme olanağı da akşam sefası...<br />
<br />
Bazı muayyen günlerde pazar kalabağı olarak ortalığa sergi seren günü birlikçiler gelir kumlara. Kabak gibi seçilirler bizim aramızdan. Kocaları bizim oramızı buramızı seyre dalar, çocukları bizimkiler ile geçici dostluğun ağır aksak ayarını tuttururlar akşama doğru. Bunlar ola dursun, kadınlar bol bulunmuş arap yağı misali güneş yağlarını baldırlarına yedire yedire sürünür dururlar gün boyu. Manitası ile gelenler ise besbellidir. Erkekler bize aldırış bile etmezken, kadınlar yeni ağdalanmış tenlerine erkeklerinin mütemadiyen sürdüğü yağlar sayesinde bal kabağı misali parlarlar.<br />
<br />
- Kızlar adamı biriniz uyarın, yağı fazla sürdü kadına. Akşama zehirlenecek.<br />
- Neden?<br />
- Kızım bu kadar güneş yağı yersen ne olursun?.<br />
- Deli!<br />
- Vallahi bir arkadaşım selülit kremini fazla kaçırmış bir hatunu yerken zehirlendi.<br />
- Sus kız rüzgar sesi olduğu gibi götürür, duyacaklar...<br />
<br />
En renkli simalar ise kuşkusuz Alamancılardır. Memleket domatesine özlemle akın akın gelirler yazlık yuvalarına. Rüzgarlı havalarda kuma inip onları seyretmek işin en keyifli yanıdır. Şişme yatak, deniz topu; eşantiyon şemsiyeleri ve komik kolluklarından oluşan taşı taşı bitmez plastik malzemelerinin rüzgara kapılıp, suyun öte yanına deniz yolculuğunu izlemek kadar keyiflisi yoktur. Bizim kumların yağız delikanlılarının kolladığı anlar bu anlardır. 'Babaaaaaaaa! Deniz yatağım kaçtı!' diye kumda tepinen bir çocuk ve hafif sert esen poyraz onların arayıp da bulamadığı şeydir. Böyle anlardaki doğru zamanlama usta çapkınlığın ilk sınavıdır onlara. Zırlayan çocuk iyice dikkatleri kıyıya çekip, yatak da yakalanması zor bir uzaklığa erişinceye kadar beklenmelidir. Herşeyin bittiği anın start düdüğü niyetine, baba tarafından çocuğun ense köküne şaplak inmesine ramak kala da denize atlanmalıdır. Atladın atladın, yoksa bütün yaz makara olursun gençlik canavarına. Her yeni yetişen genç günün birinde vereceği bu sınava yaz boyu hazırlanır durur. Küçük çocuğun ablasına kim yazılıyorsa bu kez denize atlama sırası ondadır. Vakur bir eda ile kumdan kalkar, balıklama denize atlar. Heyecan dorukta bekler diğer kankileri, herşey ayarında, sırasında ve kusursuz yapılmalıdır. Yatağı tam elde etmişken elinden kaçırmak işin racanundandır. Yatakta cilveleşmeden olmaz di mi ama? Son bir depar ile yatağın önüne geçer ve avını yakalar. Kahramanının yolunu gözleyen kirpiği yaşlı, gözünün bebeği güleç küçük kardeşin yanına gelindiğinde, başı şevkatle okşanmalıdır. Babaya selam verilir en saygılısından. Ablaya da 'Bu memlekette ne delikanlılar var gördün mü bebek?' alt yazılı bir afilli bakış fırlatan genç, tam o anda kıyıya bıraktığı havlusuna yavuklusu gibi sarılır. Havluya tadını tuzunu usulca; kuma kendini sertçe bıraktımıydı tamamdır.<br />
Akşama gençlerin kutsal kumsal ateşi etrafındaki çember daha da büyür, yaz aşklarının dumanı yasemin kokar; kalpler çizerek dolanır yaz melteminin koynuna, ayışığında dudaklar başka ballanır.<br />
<br />
İşte böylesi masum insani kaçakların verildiği bir akşam üstüydü yine.<br />
Bir kaç akranımla kumlara yayılmıs oradan, buradan, eskilerden, yenilerden konuşuyorduk. Aramıza bu yaz katılan yeni yazlıkçılar ile çoktan kaynaşmış; ziyarete gelen akrabalarının en sevileni ve en sevilmeyeni top-on listelerini ezber yapmıstık.<br />
Yaz tatillerinin en güzel taraflarından biri de budur. Her yaz yepyeni biri ile dün tanısıp, bugün can ciğer kuzu sarması olup, yarın, bir daha ki seneye kısmetse gorüşürüz, diyerek ayrılmak.<br />
<br />
Biz kimbilir yine hangi komşuya konuk bikinili hatunun sarkıt ve dikitlerini analize dalmıştıkki 'Kızlar yanınıza oturabilir miyim? Diyerek, Berrin teyze geldi.<br />
<br />
- Gel Berrin teyze hoşgeldin. Misafirlerin gitti mi?<br />
- Aman yazlık yeri bilmemin? Allah soframızdan eksik etmesin. Koca sülalesi hiç bitmez, biri gider, biri gelir. Oğulları çalıstı da aldı ya evleri gari, tepe tepe kullencekler illa. Biz sanki kordon boyunda mabadımızı gezdirdik bunca sene.<br />
- Vallahi senin adam da zor biraz. Ne yemeği, içki sofrası, ne afrası tavrası ne de avanesi eksik değil.<br />
- Her sabah dükkana yollarken, 'Allahım akşama kadar bir çıtır bulsa da ben de rahatlasam' diye dualar ile gönderiyom amma... Bakalım kısmet.<br />
- Bak kırk kere söylersen olurmuş ona gore.<br />
- Dilinden düşürmüyor taş gibi hatunları. Alsın da daş gibi başına çalsın.<br />
- İlahi Berrin teyze adamın ahı gitmiş vahı kalmış, nereden bulacak çıtırı?<br />
- Bulan buluyor anam. O da bulsun gari, yetti canıma.<br />
- Yapma Allah aşkına Berrin teyze, çıtırlar 60'lıklara bakar mı?<br />
- Bakmamı kız? Durun size bir arkadaşımı anlatayım da acık gülün<br />
- Hadi anlat.<br />
<br />
Tombul poposunun ucuyla iliştigi naylon hasırına iyice yerleştip, bir keyif sigarası yakmaya hazırlanıryorduki, birden kalkmaya yeltendi.<br />
<br />
- Kızlar bi yol, koşup karpuz kesip geleydim, içiniz yanmıştır.<br />
- Biz duruken? Aşkolsun. Ben keser gelirim şimdi. Hele sen şu hikayeyi anlat.<br />
- Benim yaşlarda bir arkadasımın kocası bundan iki yıl evvel yirmibeş yaşında bir kıza kapılıp evi terk etti gitti. Bir üzüldükki sorman gari. Ama baktık arkadaşımız oralı bile değil, az bıraksan zil takıp oynayacak, içimiz ferahladı. Sakın boşama, dedik hepimiz. Bunca sene kahrını çektin. Gurur uğruna zil gibi ortada kalma kocamış yaşında. Yok, dedi. 'Asla boşanmam, veririm ilaç torbasını yanına yallah.'<br />
- Boşanmazsa yine kapısına geri gelir, kız onu şutlar nasılsa iki gün sonra.<br />
- Allahın emri tabii de, bizimkinin adamı geri almaya hiç niyeti yok. Keyfi hepten tıkır. Kendi ayarında bir yaramazlık yapaydı belki ama, artık nafile, diyor bizimki. Kadın haklı. Kumsalda birbirine yaslana yaslana anca yürürken, poyrazda kaçan deniz yatağını yüzüp de tutabilecekmiş gibi çoşup gitmek de neyin nesi?<br />
- Mesnetsiz özgüven olmasın?<br />
- Neyse, iki yılın sonunda geçenlerde kız bizim arkadaşı aramasın mı telefonla.<br />
- Eee, bak edepsize...<br />
- Demiski kız; 'Sen ne gurursuz kadınsın. Kocan iki yıldır benim koynumda ve sen hala onu boşamıyorsun'. 'Boşamam' demis. 'İstediğin gibi tepe tepe kullan'. Diye de eklemiş. Kız bunu duyunca hepten hiddetlenmiş. 'Sen ne biçim kadınsın hiç mi kıskanmıyorsun?'<br />
- Ayol ne kıskanması kadın kafasını dinliyor dimi ama...<br />
- Bizim arkadaş, bak kızım, demiş, 'Ben bu adamı aldığımda yirmi yedisindeydi. Taş gibi, kapı gibi adamdı. Yıllarca bana sabah akşam koçlar gibi kocalık yaptı. Ne diye kıskanayım şimdi seni?<br />
Tam tersi senin için üzülüyorum bile; onun saçının pırıltısını, göğsünün gürültüsünü, çizmesinin gıcırtısını ben dinledim... Sana da; saçının döküntüsü, göğsünün hırıltısı ile götünün zırıltısı kaldı. İnsan üzülmemi buna? Neyini kıskanam ben senin, sen beni kıskan dur'<br />
<br />
Sanal aleme, ibret-i alem niyetine sunulur...mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-8483684149116380732011-03-05T12:55:00.000-08:002011-03-05T12:55:09.886-08:00Erkekler Sarışın SeverOnbeş yıl kadar önce bir tiyatrocu arkadaşımla Beyoğlu’na gittiğim gün; o günden sonra tamamen değişeceğimi hiç aklıma getirmemiştim. Hızlı hızlı Beyoğlu sokaklarında yürürken, kestane kafamda sadece eğlenceli bir kaç saat geçireceğimden başka hiç bir heves yoktu. Aradığımız dükkanı vitrinindeki değişik renk ve tipteki peruklar sayesinde kolayca bulmuştuk. Arkadaşım o sezon oynayacağı rol için sarı bir peruk arıyordu, ben ise; kafama uyan tüm perukları denemek için can atıyordum. <br />
Bir kaç peruk inceledikten sonra, sık dalgalı kırmızı kızıl peruğu görünce, birden içimde değişimin rüzgarlarını hissetmedim desem yalan olur. Kendimi değişimin sıcak rüzgarlarına bıraktım ve ayna karşına uçtum. Saç renginin bir insanı bu kadar değiştirebileceğine inanmak istemiyordum. Uzun, kısa, düz, kıvırcık demedim seçtiğim bütün perukları teker teker denedim. Aynada baktığım yüzün renkten renge, bambaşka bir havaya büründüğünü gördükçe değişmelere doyamıyordum. Simsiyah düz saçlar ile Malezyalı; Kızıl uzun peruklarla Danimarkalı; Kısa kumral saçlarla tıpkı annem gibi oluyordum. Tamam işte olan olmuştu, saçlarım yoldan çıkmıştı. <br />
<br />
Bir ara dükkan sahibi elinde bir perukla yanıma geldi. <br />
- Bunu dener misiniz lütfen?, dedi.<br />
- Yooo!!! Diye bağırdım.. Amanın!!! İstemem!, O kadar da değil yani!. <br />
- Durun bir dakika, siz bir deneyin hele. Bu renk ifadenizi yumuşatır, masum ve temiz bir ifade verir. Size bir kadınsı hava, bir zerafet verecektir. En kaba insanlar bile böyle bir kadına bağırmaya kıyamaz.<br />
- Hadi canım!, bu ne böyle, renk mi? zerafet iksiri mi? <br />
<br />
Bir kerecikten birşey olmaz, diye kendimi kandırıp, peruğu kafama prensesler gibi bir kaç yardımcı eşliğinde taktım. Daha peruk kafama geçmeden ilgi ve alakadan sarışınlığın ne menem bir şey olduğunu anlamam gerekirdi aslında. <br />
Peruk kafama geçer geçmez sanki bir mucize oldu. Saatlerdir dükkanı gülmekten kırıp geçiren haylaz kız gitmiş yerine bir melek gelip oturmuştu sanki koltuğa. Gerçekten de o yüze baka baka ne 'Hopp!' Diyebiliyordum ne de 'Süperrrr!' Diye çığlık atabiliyordum. Görüntüyü beğenmesem bile bu surata dil çıkarmam mümkün değildi. Fısıtlıyla karışık 'çok hoş' diyebildim sadece. O an anladım ki beni böyle haylaz, ele avuca sığmaz, madrabaz yapan kestane kafammış. <br />
<br />
Kafanızda bir demet papatya ile ne şen kahkalar atabilirsiniz, ne de bakkala 'bir tane ekmekkkk!' diye bas bas bağırabilirsiniz. Zorunlu zerafet, şuursuzca bir hoş olma haliydi sarışınlık. Hamur gibi bir ifade; şevkat yanaklarımdan patladı patlayacak. Gülüşüm bile ağladı ağlayacak, hani sanki uykuda bir gülen bir ağlayan masum bir yavru melek... Kadın değil, bebek, bebek!!. <br />
<br />
Kendimi kadın kılığında görünce sarsılmadım desem yalan olur. Kırılgan ve sokulgan bir havam olmuştu. Hani biri dönüpte bana aptal sarışın dese hemen ağlamaya başlayacak gibi bir halim vardı. Kafamdan fırlatıp attım hemen o sarı şeytanı. Dükkandan çıkarken olduğumdan daha beter, vahşi bir kızıl olmaya doğru berbere koşuyordum. Arkamdan dükkan sahibi hala aynı şeyi söylüyordu. <br />
'Sarıya boyayın saçlarınızı, beni dinleyin; görün bakın hayatınız nasıl değişecek!'.<br />
<br />
Bir süre kızıl hatta kıpkırmızı, bir arada toz pembe saçlar ile dolaştıktan sonra; birgün birden içimde kuvvetli bir değişim rüzgarı esmeye başladı. Her türlü renk ve model denenmiş; nihayet beklenen son gelmişti. Ve sonunda birgün kendimi sapsarı bir huri gibi berberin kapısını nazikçe kapatırken buldum. Sarının en sarısı işte, öle röfle falan değil, bildiğin sarı gacı. Peruk satan adamın 'Deneyin hayatınız değişecek' derken neyi kast ettiğini kırkyıllık kasabın beni kapılara kadar uğurlamasıyla şıp diye anladım. (Bir de sarışınlara aptal diyorlar, tam tersi sarı saç zihin açıyor).<br />
<br />
Beni bal gibi tanıyanlar, tanıyamazken: bal peteği gibi olunca tanımadığım ne kadar adam varsa beni tanırmış gibi bakıyordu. 'Deminden beri bana bakıyor bu adam, beni bir yerden mi tanıyor acaba?' Sorularını atlatma dönemim, derin mevzuyu kavrama sürem ve bu hoş duruma alışmam hayli uzun sürdü. Sonunda anladım ki; ben de artık bir aptal sarışındım. Bütün hürmet ve kıyamet gibi kısmet esasen bana değil, kafamaydı. Artık benim için 'Kafalı kız, onu çok beğeniyorum' demekte nihayet haklıydılar. Süper bir kafam vardı.<br />
<br />
Kestane kafamla gezerken hiç yaşamadığım bu kısmet patlamasının başka türlü izah mümkün değildi, efsane doğruydu, erkekler sarışın seviyorlardı. (Kadınlar bile hatta). <br />
<br />
Meseleyi kavradım ya, hemen boşta gezen kız arkadaşlarıma acilen sarışın olmalarını ögütlemeye başladım. 'Son kullanma tarihiniz dolmadan derhal aptallaşın.'<br />
<br />
Bir kaç yılımı sarışınlığa adadıktan sonra kendimi gerçekten aptal gibi hissetmeye başlamıştım. Sarışın olacağım diye berbere akıttığım para ayda 100 dolar civarındaydı, sık sık fön parası da cabası.. Elbette daha ucuza da sarışın olmak mümkündü ama malesef sonucu da pek ucuz oluyordu. Ucuz bir sarışın olacağıma, adam gibi hem akıllı, hem kestane gezerim daha iyi dedim, vazgeçtim sarışın olmanın nimetlerinden.<br />
<br />
Sonra kafama bir soru takıldı. Ortada bir aptallık olduğu kesindi ama aptal olan kimdi? Aptal sarışın olmak için servet harcayan kestaneler mi?. Sarışın genli kadınlar mı? yoksa erkekler mi?<br />
<br />
Soruların ardı arkası kesilmiyordu. Saçlar kestane diye oluyordu bütün bunlar aslında, kafa çalışmaya başladı tabi renk değiştirince. (Sarışınlar malı götürsün, sen kim akıllı diye düşün dur. Akıla bak?.) <br />
Gün gelir de bir gün çifte kestane genlerden sapsarı bir kız doğurunca (!?) konuya daha çok takar oldum. Kendi kendime düşünüp durdum uzunca bir süre. Sonunda bir çıkış yolu buldum. Aptal görünmek için bu kadar para harcayan kestaneler sarışınlardan nasıl daha zeki olabilirlerdi ki?. Yoksa şu 'aptal sarışın' denen kadın cinsi boyalı sarışınlar, yani kestanegiller miydi?. Öyle ya, aklı başında insan tonla para verip aptal görünmek ister mi? Bu aptallığın daniskası değil mi?. <br />
<br />
Hayır kestanecim değil!. Çünkü gerçekten erkekler sarışın sever. Bizzat denedin gördün üstelik. Yıllar evvel peruk satan adam haklıydı, sarışın kadın ne derseniz diyin daha bakımlı görünüyordu. Saçına bu kadar bakan eline ayağına, orasına burasına da bakıyordur diye düşünüyordu insan ister istemez. Yapılan araştırma sonuçlarına göre sarışın kadının erkekler arasında ilgi görmesinin temel sebebi de daha seksi olmaları değildi zaten. <br />
<br />
Sonuçlara bakınca anlaşılan o ki, meğer, 'sarışın kadın' eşittir, kişisel bakım; o da eşittir 'mis gibi kadın' duygusu veriyormuş. Ayrıca koyu saç bir kafa daha erkeksi, daha sağlam durduğundan bu da erkekleri rahatsız ediyormuş. Sarışın kadınları yumuşacık, minicik bir civciv olarak görüp, daha sevecen ve nazik yaklaşıyorlarmış sarışınlara. <br />
Ve erkekte sahip çıkma , koruma duygusu yaratıyormuş bu güneş ışıklarından bile korunmasız mağdur kadın. Dahası kadının güçsüzlüğü karşısında kendini üstün ve dünyada işe yarar bir birey olarak hissettirdiği için erkek egosuna da iyi geliyormuş sarışınlar. (Vahki vah)<br />
Sarışın kadınlar güçlü, akıllı, bilgili, becerikli görünme yolunda bir çaba harcamadıkları gibi adlarının 'aptal sarışın'a çıkmasını da hiç dert etmiyorlarmış. Dünya üzerindeki araştırmalardan çıkan sonuçlar böyle, ben uydurmuyorum kestane kafamdan. <br />
<br />
Şimdi bu durumda ben sarışınlarda bir aptallık değil, tam tersi bir cinlik seziyorum.<br />
Zaten sarışınların oyununa geldiğini anlayan bazı erkekler bir hareket başlatmışlar. Liberter Erkek Hareketi adı verilen bu görüş, şu felsefe üzerine yoğunlaşmış durumda: Kadınların "masum" ya da "salak" olmadıklarını, tercih olarak, daha konforlu bularak, "aptal" olmayı seçtiklerini dile getiriyorlarmış. Hazırda bulunan bir aptal imajına bürünerek istediklerini elde etmenin kestirme yolunu bulduklarını söylüyorlarmış.<br />
<br />
Sarışınlar kesinlikle cin!. Yanılıyorsam yorumlarda vurun yerden yere beni ama ikna edemezsiniz o başka.. <br />
<br />
Sarışınların cin olduğu konusunda yanıldığıma ikna olmuşsam, bilin ki tam tersine yani sarışınların aptal olduğuna da inandım ve iyice zıvanadan çıktım demektir.<br />
Sarışınlar aptaldır; aptal seven erkekler de aptaldır; öyleyse yeryüzünde tek akıl sahibi olanlar: 'Kestane kafalı kadınlardır' noktasına kadar varır bu tepişme. <br />
<br />
'Yok ben kestane kafa severim' diye, öyle kendini akıllılar sınıfına sokmaya çalışanlara da hiç inanmam bilesiniz?. Denedik gördük herhalde.<br />
<br />
Konu ile ilgi bir çok araştırma var ama hiç söz konusu edilmeyen bir yönü daha var bunu da söyleyip gidicem. Biliyorsunuz bu konu (eski bir kestane olan) Marilyn Monroe'nun 1953 yılında çevirdiği 'Erkekler Sarışın Sever' adlı filimden sonra 'kendini gerçekleştiren kahanet' olarak dünyamızı sars gibi sarmıştır. Bunda tuhaf bir şey yok. Tuhaf olan bu sarışın hastalığının bilim adamlarına da bulaşması. İnanılmaz bir şey ama koca koca bilim adamları otumuşlar bununla uğraşmışlar dünyanın dört bir tarafında. Bilim bile aptallaşmış sarışın kadını görünce anlaşılan. 'Sarışınlar aptal mı?' diye sorunca insanın aklına sarışın olan herkes gelir dimi?. Yani Normali budur... Yani sarışın bir 'gen' gelir normal olarak. Yani benim aklıma bu geliyor. Bilimin aklına ise, sarışın diyince sadece sarışın kadın gelmesi hayret verici. Ne yani, sarışın erkek yok mu bu dünyada? Bu araştırmalara sarışın erkekleri de dahil etmeden 'sarışınlar' başlığı altında bir bilimsel sonuç nasıl çıkar anlamak mümkün değil. Sarışın erkeklerin aptallığı konusunda herhangi bir veriye veya araştırmaya ben rastlamadım, raslayan varsa beni bilgilendirsin acilen. Özellikle bunu sarışın kadınlarımızdan bekliyorum. <br />
<br />
Eğer ben, 'Aptal Kestane' diyen bir dünyaya doğmuş olsaydım, çoktan ortaya çıkıp 'erkek kestanelere de bakılsın' diye, ortalığı ayağa kaldırırdım. Anadan doğma sarışınlar niye susuyorsunuz allahaşkına?. Hakikaten aptal mısınız yoksa?.mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-57921770680146332382011-02-27T12:19:00.000-08:002011-02-27T12:19:45.705-08:00Riya cehenneminden kaçış<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Kafamda ne zaman bir kurnaz tilki dolanmaya başlasa, onları ait oldukları yere bırakmak üzere kendimi hayvanat bahçesinin kapısında bulurum. Burası neredeyse her öğlen geldiğim tamamen bana ait bir yer. Kafeslerin yerlerini ezbere biliyorum. Yiyecek reyonlarını, meydandaki fıskıyenin dibindeki bankı elimle koydum. Fazla büyük olması sorun gibi dursa da, büyük kaçışlara büyük alanlar gerekli olduğu da bir gerçek.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Şu anda eşi ölmüş tek başına kalmış <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>dişi bir maymundan daha hırçınım. Çığlık çığlığa bağırarak kafesimden kaçmak istiyorum. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tek ihtiyacım neşeyle zıplayıp dört elle tutunabileceğim uzunca sağlam bir dal. Oysa oyunun kuralı açık. Tutsaklıkları kaderleri olsun istiyorsanız onu en sevdiği şeyden mahrum edin. Sakın ola yüksek ağaçlar koymayın kafesine. Uzun sarmaşıkları kafesin kenarlarına dikerseniz maymunlar daldan dala atlayarak kaçar. Kısa güdük ağaçlar giderek onlardaki özgürlük duygusunu köreltecektir<i style="mso-bidi-font-style: normal;">.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></i></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Bir an için maymun olduğunuzu düşünün ve daldan dala atlama içgüdünüzle zıplayın. Neşeyle havalanın. Tutunmak için sarıldığınız şey buz gibi bir demir çubuk olsun. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Metalde kaymamak için avuçlarınızı iyice sıkın, canınız yansın, bir türlü kendinizi kaymaktan kurtaramayın ve çubuğun dibine yığılıp kalın. Zıplar mısınız bir daha? <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Siz de tıpkı maymunlar gibi öylece bakarsınız gelene geçene işte. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Az ilerde atlar var. Ne uçuşan yeleleri var, ne de terlemiş kadife karınları. Sadece atlar var. Onların sanal dünyasının mutluluk reçetesi ise içi boşaltılmış küspe, bol saman ve at koşturabilecekleri kadar büyükçe bir alan. Oysa en romantik anların, dört nala özgür ruhların vazgeçilmezi değil miydi onlar? Bize anlatılan hikayelerdeki özgürlük, kanatlarını açmış mavilikte süzülen bir beyaz kuş; yelelerini savurarak toz bulutunun ardında beliriveren beyaz bir kısrak değil miydi? </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Ne tuhaf, ne zaman özgürlük arayışı içimde büyüse kendimi bu tutsak hayvanların sanal dünyasında buluyorum. Kıramadığım soğuk zincirlerimi onların kafeslerine sıkıca dolayıp, sonrada onların tutsaklıklarında buluyorum kendimi. Mış gibi yapılmış kandırmacaların şahikası, rüya gibi bir riyanın içimde yarattığı hüzün bahçesinde, peri masallarının; vahşi orman hikayelerin hayvan mezarlığında kendime eğlence aranıyorum.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Filamingo kafeslerinin arkasından gelen büyük şamata beni kendime getiriyor. Alkış kıyamet derler ya biraz o cinsten. Belliki buralardaki insanlar mutlu, mutluluğun sesine yöneliyorum. Filamingolar bulanık suyun kenarında öylece duruyor. Ne yaparsan yap bu tuhaf kuşları yüzde yüz mutlu etmek imkansızdır diyor tecrübeliler.</span><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%;"> </span><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Sesin geldiği tarafa yöneldiğimde beni önce hediyelik eşya dükkanları ve onun hemen önündeki çocuk parkı karşılıyor. Yunus gösteri parkının ne kadar çok müşteri çektiği düşünülürse pazarlama fikri olarak harika buluyorum.Bizim aslan kral düşünmüşte bulmuş kadar akıllıca. Dersime iyi çalışmışım. Karlılığı arttırmanın formülünü hemen keşfediyorum. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Aslan kral, bizim ofis görünümlü kafeslerimizde mutlu yaşamamız için hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan büyük patron. En iyileri, piyasadaki en seçkinleri topladığı bahçesinde bir dostluk, bir bayram havası ki varki sormayın gitsin. Herkes mutluluk sarhoşu, bilaistisna herkes işine güce gücüne müptela...</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Birazdan salıncakta sallanmaktan tepe sersemi olup, annesini kaybedip salya sümük zırlayan bir çocuğun dibimde belirmesi an meselesi. O gelmeden yoluma devam ediyorum. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Biçare bir çığlıktan kaçarken, başka bir divane tutsaklığa kavuşuyorum. Ayaklarında kalın zincirler ile bir kaç metrekarelik mutluluk alanına tutsak edilen bahçe fili bir o yana bir bu yana gidip geliyor. Zincirinin yerde sürünürken çıkardığı ses ağlamaklı. Orman hikayelerinin kahramanı demirden kafeste, masalların neşelisi uçan fili dumbo ise bir demir yığını olarak karşımda heykel gibi sırıtıyor. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">İçim iyiden iyiye sıkıldı. dumbo heykelinin altındaki bankta arkama yaslanıp, etrafı seyretmek fena fikir olmayabilir, belki biraz açılırım. Etraf kalabalık ve çok gürültülü. Kafesinden bakıcısına, ayısından domuzuna tüm ehli vahşileri ile tıpkı mensubu olduğum baştan aşşağı riya, Rüya A.Ş.deyim hala. </span><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%;">Hayatım bir hayvanat bahçesi gezisi mutluluğu kıvamında. Ehlileştiğin sürece iyi bir işin, sadık bir eşin ve mutlu minik pandaların var. Bir dala atlayıp zıplayıp kaçmak istersen yasak. Riya bahçesinde yasak rüya gibi bir hayat. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%;">Birden ekranda beliren uyarı mesajı ile kendime geldim. ‘Game Over’ diyordu.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%;">Size verilen sürede bir panda yavrusu ile beş mutlu tropikal kaplan yaratmalı, müşteri menuniyetini yüzde seksenbeş seviyesinde tutmalıydınız, yapamadınız yandınız<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>anlamına geliyordu bu uyarı.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%;">Bir kağıt çıkardım, aylardır alamadığım kararı aldığımı bildiren mektubu el yazımla yazmaya başladım.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Sayın Arslan Arslanoğlu’nun dikkatine,</span></i></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Şirketinizde üç yıldır sürdürdüğüm İnsan Kaynakları müdürlüğü görevimden bugün itibariyle istifa etmiş bulunuyorum. İstifa sebebim şahsınızla alakalı olmayıp riya bahçesinizdeki maymunların cehennem dolu hayatına daha fazla seyirci kalamayışımdan kaynaklanmaktadır. Filamingoları mutlu etmek konusunda başarısız olmamın hemen yanındaki yunusların gösteri parkından yayılan klor kokusuna bağlı olabilceğini az önce fark ettim. Sizin neznizde Rüya Demir Çelik Sanayi çalışanlarına sevgi ve saygılarımı sunar, istifamın kabulünü rica ederim.</span></i></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;"></span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">İmzamı atıp, kendi oyun bahçemden çıkmak üzere exit tuşuna bastım.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Ekran can alıcı soruyu sordu.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">‘Are you sure, you want to exit without saving zootycon game?’</span></i></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Yes!</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><br />
</div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;"></span></div><br />
<br />
<em>(Yekta Kopan'la okuma yazma atölyesi /ödev:Hayatını Değiştirecek bir karar almak üzeresin. Mekan Hayvanat bahçesi)</em>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-77361043328657555452011-02-25T15:50:00.001-08:002011-02-25T15:50:27.030-08:00KOKOŞ PAÇASI ve MAŞADün akşam telefon çaldığında, iki senedir haber alamadığım bir dostumu karşımda bulacağımı hiç düşünmemiştim. <br />
<br />
- Alo!<br />
- Babu!<br />
- Maşa...<br />
- Mehtap...<br />
- Hey! Maşa, nerelerdesin sen?<br />
- Dün geldim. Suyun öte yanında işliyorum. <br />
- Seni çok özledim.<br />
- Ben de seni Mehtap.<br />
<br />
Bundan bir kaç sene önce, üç gün üç gece süren uzun ve zorlu minibüs yolculuğunun sonunda Laleli sokaklarında şaşkın ve ürkek kalakaldığı bir Eylül ayı akşamıydı bana gelişi. <br />
<br />
O kadar yorgun, o kadar şaşkın ve o kadar ürkekti ki, yorgun bedenini koltuğun sırtına dayamaya bile çekiniyor, öylece bana bakıp, konuştuklarımızı anlamaya çalışıyordu. Aslında bakmıyor, gözleri ile konuşuyordu benimle. Sanki, "Yorgunum. Kırgınım. Korkuyorum. Meraktayım. Sen kimsin? Bana iyi davranacak mısın?", diyordu. <br />
<br />
Gözlerime bakıp, bu evdeki yerini anlamaya çalışırken, sürekli yer sallanıyor, 17 Ağustos artçı sarsıntıların ardı arkası kesilmiyordu. İlk kez yabancı bir ülkedeydi, ilk kez yabancı bir evde uyuyacaktı, ilk kez ayrılmıştı sevdiklerinden, ilk kez hizmetçi olacaktı. Yer altından kayıyordu. Depremi hiç bilmeyen Maşa için bu kadar ilk fazlaydı. Korkusu arttıkça ela gözlerine yaşlar doluyor ve daha güzel oluyordu. <br />
<br />
- Maşa sen çok güzelsin.<br />
- Öyle mi? Sağol.<br />
<br />
Otuz sekiz yaşında, balık etinde, pembe beyaz tenine inat siyah saçlı, eski zaman kadınları gibiydi. Küçük yaşta evlenmişti. Yetişkin iki çocuk annesi olması ona kendini yaşlı hissettiryordu. Kırklı yaşlar onun için kurtuluş yaşları demekti. Törelerine göre oğlu evlenecek, eve gelen gelin işleri yapacak o da kocamış bir kadın olarak köşesine çekilecekti. Oysa hiç tahmin etmediği bir şekilde giriyordu kırklı yaşlarına... Hizmetçi olarak. Bu kırgınlıkla çıktığı yolculukta yolu bana düştü işte nasılsa ve kendini ülkesindeyken aylarca alıştırdığı hizmetçi olma fikrini hiç bir zaman yaşayamadı. İki yılı birlikte geçirdik onunla. En belirgin özelliği hiç soru sormamasıydı, söylenen herşeyi sorgusuz kabul ediyor ve bir daha söylemene gerek kalmıyordu. Yıllarca yaşadığı devlet baskısından sonra burada kendini özgür hissediyor ama bu özgürlüğe asla alışmak istemiyordu. Sovyetler Birliği'nin parçalanması ile bir gecede fakir, bir gecede paraları pul olmuş bir halkın insanı, ayda otuz dolar maaşlı iyi bir ameliyat hemşiresiydi Maşa. Yıllarca nizamlı, intizamlı hastahanelerde dünyanın en büyük devletine mensup olduğu duygusu ile yaşamıştı. Burada geçirdiği iki yılın sonunda bir kez yorum getirdi olana bitene: 'Bizi kandırdılar, dünyaya gözümüzü kapatıp bizi yok saydılar, çok büyük bir devletiz, bize bir şey olmaz fikrine bizi inandırdılar. Sizin de durumunuz iyi değil, dikkat et Mehtap. İnan bir gecede Maşa olunuyor'. <br />
<br />
Ameliyathanelerden "Kimbilir kimin mutfağına?", diye düştüğü yollarda iki küçük çanta taşımıştı yanında. Birinde birkaç kat giysi, diğerinde kitapları, aile albümü, yaşamına dair ufak tefek şeyler en nihayetinde. Burada gördüğü teknoloji ve moden yaşam onu hayrete düşürse de, hiçbirine alışmadı, sadece gerektiği için kullandı. Ülkesine geri dönerken valizine burada tanıdığı hiç bir lüksü koymamıştı, gelirken getirdiklerinin dışında çocukları için götürdüğü on kilo portakal bir de Türkiye'deki ailesinin resimleri vardı. <br />
<br />
Gördüğüm en güzel el yazısı ile çocuklarına ve eşine uzun uzun mektuplar yazar, onlara Türkiye'deki meyvalardan bahsederdi. Onlardan gelen mektupları okumak için saatlerce odasına kapanırdı. Bazı geceler benim çocukları uyutup, onun yatağına oturur mektupları tekrar okur, resimlere bakar, sonra da birbirimize sarılır uzun uzun ağlardık. Mektupları onun her şeyiydi. O benim dostumdu, ben de onun. <br />
<br />
Moldovya yakınlarında Gagavuzya'da yaşamıştı. Dini Hıristiyan olmasına karşın adetleri bakımından tam bir Türk'tü. Hıristiyandı, Hıristiyan olmasına ama Katoliklik diye bir mezhebin varlığından bile habersizdi. .Dini gibi lisanıda karışıktı. Türkçe ile bazı kelimelerin ortak, ama anlamlarının bambaşka olduğu lisanı onu daha sevimli yapıyordu. Bazı kelimelerin onların dilindeki karşılığı ile bizdeki karşılığının yarattığı farklılıklar sık sık sorunlar yaşamamıza sebep oluyor, bu sorunlu kelimeler beni güldürürken, Maşa'nın utançtan odasına kapanmasına sebep oluyordu. <br />
<br />
Başımıza en çok sorun çıkaran kelime ise 'düzmek' fiili ile ilgiliydi. Her türlü yapmak, düzeltmek, dizmek gibi fiiller için tek bu fiil kullanılıyordu.<br />
<br />
Bir gün buzdolabı bozuluverdi. Sağını solunu, fişini kordonunu kurcalayıp, yapamayınca bakım servisini çağırmıştık. Allah için haklarını yemeyelim şimdi, şıp diye geldiler. Kapı çaldı. Maşa koşup açtı. Kısa bir sessizliğin ardından Maşa'nın beni çağıran sesini duydum: <br />
<br />
- Mehtap, buzdolabını düzmeye geldiler! <br />
- Al içeri Maşa!<br />
<br />
Buzdolabını düzüp gittiler gerçekten, bir daha çalışmadı. <br />
<br />
İki sene boyunca Maşa'nın sayesinde evde düzülmeyen hiçbir şey kalmamıştı. Çamaşırlar, tabaklar, kitaplar, oyuncaklar. Dağılmış, ortada duran herşeyi düzüyordu kendi lisanınca. <br />
<br />
Bir gün ütü bozuldu. Eve sıkça gelen eski bir dosttan yardım istemiş, ama bir cevap alamamıştı Maşa. Cevabı bırakın, hafif de ters ters bakmıştı. <br />
<br />
- Bu Cemil Bey ne acayip adam. Birşey sordum, cevap bile vermedi.<br />
- Ne sordun?<br />
- "Cemil Bey, siz ütü düzer misiniz?", dedim, şöyle bir suratıma bakıp kafasını çevirdi, cevap bile vermedi..<br />
- Ütü dediğine emin misin? <br />
- Babuuuuuu! ,<br />
<br />
Cemil prensip sahibi adamdır, tüm ısrarlarıma rağmen ütüyü düzmedi, yenisini aldık! <br />
<br />
Maşa'nın yaşgünü yaklaşıyordu. Malum, çocuklar için en önemli faaliyetlerden biri yaşgünü kutlamalarıdır. Açılmayı bekleyen sürpriz paketler, evdeki kurabiye kokusu, durmadan çalan kapı zili, pasta mumlarının alevi, ardı ardına patlayan flaşlar. "Ne kadar çok doğmuş insan, o kadar çok doğum günü partisi fırsatıdır" felsefesini benimseyen çocuklar, Maşa'ya bir yaşgünü partisi düzenlemek istediler. Maşa için özel bir gün! Harika bir fikirdi gerçekten. Maşa da bu özel gün için, özel bir yemek yapmak istiyordu. Damağıma hitap edip etmeyeceği karanlık dursa da, ruhuma pek uygun olduğu yemeğin adından belliydi: Kokoş Paçası! <br />
<br />
Maşa, Moldovya'dan gelen arkadaşlarına çeşitli yiyecekler sipariş ederdi. Dolayısıyla, biz de Rus mutfağına özgü bazı yemekleri tatmıştık. Ev yapımı şaraplar, domuz sosisleri, yişmik dedikleri bir tür çökelek ve pek çok kurutulmuş veya turşu yapılmış sebze neredeyse hiç eksik değildi evde. Yılın altı ayı kar altında yaşanan bir ülkede soğuktan pek bir şey yetişmediği için, Rus mutfağı neredeyse kurutulmuş ya da turşu suyuna yapılmış yemekler demekti. İtiraf etmeliyim ki, hepsi nefis olmasa da, bazı yemeklerin, özellikle de pek sinir bir lahana yemeği olan kapuskanın, lahana turşusundan yapılanını Maşa'nın elinden tatmış ve çok beğenmiştik. Bu arada, benim mutfak işlerine ve her türlü yeni lezzete merakım Moldov kadın camiasında da zamanla bir efsane gibi yayılmış, hatta rivayete göre Gagavuz Türkleri'nin yaşadığı Çeşme Köyü'nde beni tanımayan kalmamıştı. <br />
<br />
Neyse, Maşa'nın yaş günü yemeğinin en önemli malzemesi kokoş paçası, en mühim hadise ise bunların bizzat teminiydi. Bir hafta boyunca kokoş paçasının Türkiye'ye transferi için ciddi çalışmalar yapıldı. İki ülke arası telefon trafiği iyiden iyiye hızlanmıştı. Maşa kendi lisanında konuştuğundan, ne olup bittiğini anlamıyordum. Anlasaydım, bir yolunu bulur paçaların temini için kokoşu ile ünlü ilimizle irtibata geçerdim! <br />
<br />
Öyle bir prodüksiyon yapılmıştı ki öyle böyle değil. Moldovya'da yapılan katliamlar, yolculuk için gerekli sanitasyon düzenlemeleri, kokoşların Laleli'ye gelişi, Laleli'den özel araçlarla eve intikali. Neredeyse bir servet harcandı kokoş paçalarına. <br />
<br />
Bu arada ben de yılın yemeğini tüm Maşa severlere yedirmek için, bizim değişmez yaşgünü kadrosunu tam takım yemeğe davet ettim. Ünlü Rus Lokantası Rejans'da bile bulunmayan bu özel yemeği benim soframda bulabileceğini duyan herkes, "Mutlaka geleceğiz", diyordu. <br />
<br />
Nihayet kokoş paçaları bizim eve intikal ettiler. Heyecanla paket açıldı. Paketten çıkanlara bakıp da yirmialtı tane but gören gözlerime inanamadım! <br />
<br />
- Bunlar ne Maşa?<br />
- Kokoş paçası!<br />
- Tavuk butuna benziyor.<br />
- Yooooo, bunlar kokoş.<br />
- Yani?<br />
- Nasıl anlatayım ki? Tavuğun kocası?<br />
- Horoz olmasın? <br />
- Horoz ne?<br />
- Türk tavukların kocası<br />
- Kokoş da bizimkilerin kocası.<br />
- Bunlar da kokoşların paçası.<br />
Sen de benim canımsın, Maşa!<br />
<br />
Muhtemelen yemek kokoşların kıllı bacaklarından ibaret kalmayacaktı. O sabah Maşa, erkenden uyanıp mutfağa girdi. Kokoş paçalarını bir koca tencere suya döküp, su jöle kıvamına gelene dek kısık ateşte dört beş saat kadar kaynattı. Sonra dört beş saat buzdolabında bir güzel dondurdu. Merakla olacakları, daha doğrusu eklenecek tatları, baharatları bekliyordum. Son ana kadar da ümidimi hiç kaybetmedim. Artık herşey hazırdı, masa kızım tarafından özenle hazırlanmış, en güzel yer Maşa için ayrılmış, konuklar masaya alınmıştı. Maşa, dev jöle arası kokoş paçası tabağını dolaptan çıkardı ve gururla onlara baktı. Her zamanki gibi konuklara servis yapmam için bana uzattı. <br />
<br />
"Olmaz Maşa", dedim, "Bu senin özel yemeğin, sen getirmelisin masaya". Özel yemek hadisesinin donmuş horoz butundan ibaret olduğunu anladığım o an, aceleyle salona koştum:<br />
<br />
- Canımdan çok sevdiğim dostlarım! Birazdan sevgili Maşa, günlerdir özenle hazırlandığı ve hepimizin merakla beklediği özel yaşgünü yemeğini masaya getirecek. Maşa'ma ve/veya özenle tabağa düzdüğü kokoş paçalarına laf eden olursa, alırım kokoş paçasını aşağı, ona göre! <br />
<br />
Maşa ve Kokoş paçası hadisesi bu işte; ya da kendi deyimiyle: 'Bu Maşa'.mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-341073906308788342.post-15601762173189884162011-02-25T14:55:00.000-08:002011-02-25T14:55:17.770-08:00Herca-i menekşeme o uyurken<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #404040; font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Zamanların evvel zamanlar devrinde mart ayazı biter bitmez, güneş güne parlar ve vaktinde gelen o bahar ağaçlar çiçeğe durur, dağların eteklerinde taze kır çiçekleri açarmış. Bir bilinmez Mart ayazında güneşin herca-i erken parlamasıyla ayaz susmuş, toprak ısınmış, erik çiçekleri erkenden tomurcuğa durmuş. Göklerin beyaz devi güneşe kızmış. ‘Ne yeridir ne vakti, kış hükmünü göstermedi. Kış beyazını, bahar yeşilini bilmeli’ diyerek gürlemiş. Bu cahil telaşından utanan güneş perdelerini güne kapatınca da olan olmuş. Tomurcuktan çiçeğe dönenleri alış bir nafile telaş.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ama hepsi boşunaymış. Soğuk vurmuş dallardan gelin olup toprağa yağmış erik çiçekleri.<br />
Gelinler tel tel gömülürken dalların boynundan kara toprağa, terslik buya; bir kır çiçeği başını kaldırmasın mı kara topraktan? <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Her mevsim açan basit bir çicek olmaktan baska hiçbir ilahi meziyeti yokmuş yok olmasına da, biraz meraklıymış bizimki gelinlere damatlara. Kar kış banamısın dememiş,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>üstelik olana bitene bayılmış, erken gelin olan eriklerin telaşlı düğününü seyre dalmış.<br />
<br />
Gelmemiş bahara erken açınca kır çiçeği; gençlik meltemini teninde hissedeceği ılık günlere kadar gelinlerin eteklerinin altıda saklanmış. Kendi çağının düğün derneğini beklerken her gece yıldızlara bakar merak edermiş geleceği, yarını, öbür on seneyi. Bazen aklı suya erer, 'Bir mevsimlik ahir ömrümde ne haddime ulu irfanların, bilinir bilinmezlerin sırrını çözüp sekronize dans etmek yıldızlarda' diye düşünür; bilemediklerini bilenlerin en bileni yaşlı çınar ona bildiklerini anlatır; 'Kır çiçeği mevsimsel açar, belli belirsiz kokular saçar, çoğunlukla farkedilemez. Belki bir inek farkeder önce seni. Sonra da başka bir ineğin toynaklarının altında boynunu büker, toprak olur gider kır çiçekleri. Ama bil ki sen bir herca-i menekşesin. Alelade kır çiçeği değilsin. Başka başka renklerinle sen başka farkedileceksin' der dururmuş. </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #404040; font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
Bir sabah güneş olanca sıcaklığı ile içini ışıtınca, küçük herca-i yüzünü güneşe hevesle dönmüş. Kuşları görmüş mavilerde. 'Ne kadar özgürler. Ah keşke, telaşe gelinlerin yamacında herca-i açacağıma; bir kuşun ağzında çalı olsaydim' diye iç geçirmiş. Kökünden bağlı olduğu ana toprağını pek severmis sevmesine de; yine de uzaklara uçmaları, gündüzleri güneşe, geceleri yıldızlara yakın olmaları aklından atamazmış bir türlü.</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #404040; font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
Günlerden bir gün bir beyaz kuş gelmiş yamacına. <br />
'Al beni uçur beyaz kuş. Herkes beni herca-i bilmiş belledi. Bir mevsimlik heyecanım var yaşat bana' diye yalvarmiş. <br />
'Bir mevsimlik ömrüm var dedinya seni gidi herca-i, topraktan koparsan onu da yaşayamazsın seni taze deli’ demiş, onu demiş bunu demiş ama ne dediyse olmamış. Kökünü kavradığı gibi gagasıyla söküp almış ana toprağından onu. Uçurmuş, uçurmuş... <br />
<br />
Masal bu ya herca-i kuşun kanadında uçarken uyuya kalmıs. Kuş yorulmuş. Soluklanacak yer ararken bir dilek ağacı görmüş. Ağacın kuru çalı dalına konup, usulca bırakırken çiçeğini, çiçeği için gizli bir dilek dilemiş. <br />
<br />
Bir sonraki bahar güneş başka ışımış. Yıldız yağmurları gündüze yağmış; bir dilek ağacının kara kuru dallarından birinde rengarek bir çiçek uyanmış. Bu masalsı duruşu onu özel yapar, kimseler koparıp koklamaya kıyamazmış.<br />
<br />
Gel zaman git zaman bu masalsı yalnızlıktan bunalmış. Gelene geçene seslenmeye başlamış.<br />
''Hey! Ben basit bir çiçeğim, beni de koklayıp sevin. Ben buraya bir kuşun kanadından düşüp geldim. Beni diğerlerinden farklı zannetmeyin!' </span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #404040; font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ne kadar haykırsa da durum hiç değişmemiş. Kara dallardaki parlak renklerinin uyumu ile sıradanlığına kimseleri inandıramamış. Herkes hayran bakar, sonra kendi yoluna koyulur, Herca-i menekşe güneşle parlak yıldızlarla arkadaş geceleri yalnız uyurmuş. Rüyasında dallarda düğünler dernekler kurulur, rüzgar bilge çınarın sesi olurmuş</span></div><div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;"><span style="color: #404040; font-family: "Verdana", "sans-serif"; font-size: 10pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><strong>.<br />
‘Uyu bebeğim evvel zamanlar içinde çiçek masalları ile uyu da büyü. Ve bir sabah; kendi baharına rengarek uyan.’</strong></span></div>mehtap akdenizhttp://www.blogger.com/profile/08714710037676278700noreply@blogger.com0