Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

4 Nisan 2011 Pazartesi

Uykumda sayıklarım ben

Gecelerden dün gece uyuyamadım, İstanbul Boğazı'nda dolaştım. Kendimden yorgun düşüp rüya içinde rüyaya daldım. Yaşlı bir otelin beşinci kat balkonunda, turuncu güneş altında ışıl ışıl yanan allı pullu kadife bir balıktım. Sağa baktım sola baktım. Rüyadaydım. İçinden hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz karşımda, küçük koyda salınan teknelerin beyazlı yelkenleri arkamda duruyordu. Önce uçsuz bucaksız deli derinlere, sonra bir de aşna-fişneli koyun koynunda uykudaydım.

Rüyaya hangi kıyıdan dalayım bir türlü karar veremiyordum. Aşağıda uzak yoldan gelmiş arabanın şehre yabancı plakasını okudum. Motor susalı çok olmuş ama içi soğumamıştı, sıcacık bir 'merhaba' duruyordu dikiz aynasında. Birden nasıl olduysa oldu, denizden gelen bir ses duydum.
 Denizin içinde deniz gibi bir denizci 'Gel' diyordu bana.

- Sen kimsin?
- Seninle aynı rüyayı gören adam...
- Nereye gideceğiz?
- Mavi denizlerin, altına...
- Rüyadayım ben, gelemem.
- Gel... Bu rüya ikimizin.

Etrafa bakındım, görünürde kimseler yoktu. O sabah şehir nasıl da güzeldi. Yükseklerde beyaz bulutlar, havada bir başka tazelik vardı. İçim rahat, hiç uyumadığım uykumu çoktan almış, yıllardır mavi suda masmavi suya hasret gibiydim.

Allı pullarımdan soyunup, boğazın tüm rengarenklerini bırakıp denize daldım. Gözlerimi şehrin ay ışıklarına, mor salkımlarına kapadım. Kendi rengimi bulana, denizde yok olana kadar gözlerimi hiç açmadım. Gözlerimi açtığımda herşey yeni, herşey değişmiş gibiydi. Ne yelkenlilerin beyazı aynıydı, ne Emirgan çileğinin tozpembesi, ne boğazın korularının nefti yeşili, ne de Mayıs erguvanlarının eflatun nefesi. Hayal maviydi. Ben çırılçıplak.

Önce ben gülümsedim ona, sonra o bana. Konuşmadan günlerce, yıllarca derinlere yüzdük. Denizin arka bahçesine uzandık bir ara. Bahçede mavi ağaçlar vardı, mavi kuşlar, mavi bulutlar ve mavi huzurlar. Kimdik? Adımız neydi? Eski hikayelerimiz ne renkti? Hiç sormuyorduk.
Boş bulduğumuz bir istiridyenin içinde birbirimize saklanıp rüya içinde aynı rüyaya daldık.

Gülümseyen gözlerimden sevdalı inciler dizi dizi iniyordu yanaklarıma rüyaya uyandığımda. Çıplak bedenime dolanan iki sıra istiridye kolyeyi benim için bahçeden toplamış, ben uyurken boynuma takmıştı. Elimden tuttu, beni mavi menekşe derinlere doğru usulca çekmeye başladı. Daha derine, daha derine, en koyu maviye. İçimde büyüyen inci bizi kurşun gibi en mavi derine çekiyordu. Mavi koyulaştıkça kaybetmekten korkuyordum. Belki de kaybolmaktan...
Dibe indikçe adımı fısıldayor, kulaklarıma basınç yapan fısıltılar beni kendine sarhoş ediyordu. Kendi ağırlığımdan kurtulamıyor, korkuyordum.

Karşımızda binlerce renkli bir 'deniz kuşağı' belirdi. Nasıl anlatsam? Hani sanki altından geçiversek rüya bitecek gibi bir histi. Tam altından geçecekken, birden yüzeye çıkmak istedim. Kendimden kaçmak, deniz kuşağının altından geçerken tutacağım dilekten kurtulmak. Belki de kazanmak...

Koluma usulca dokundu... İttim, tekmeledim, incittim. Rüyanın bitmesi için bitirdim.

- Gitme...
- Korkuyorum.
- Neden korkuyorsun?
- Yıllarca sürmesinden.

Hemen uyanmazsam bu rüyanın yıllarca süreceğini o an hissetmiştim. Derinlik sarhoşluğum gittikçe artıyordu. Başım dönüyor, uykum ağırlaşıyordu. Düş göremez, rengarek düşünmez olmuştum.. Anlatamadığım bir mavilikti yaşadıklarım.

Onu gerçeklerinden kan kırmızı kıskanıyordum... Gitmeliydim.

Ne dediğini bile dinlemedim ve hızla suyun yüzüne doğru yok olmaya başladım. Yüzeye yaklaştıkça göz alan aydınlık birden kararmaya başladı. 'O' gözden kaybolmuştu. Artık görünmüyordu. Deniz mavisi sular karanlık, ben güz sarısıydım...

Karaya çıktığımda şehir güz ben buz kesmiştim. Üşüyordum. Ayakta duramayacak kadar sarhoştum. Tutunduğum yeşil ebruli ağaçlar, sararmış kavruk yapraklarını yola bırakıyorlardı. Ağır geliyordum asırlık renksiz ağaçlara. Kendimi de taşıyamıyordum artık. Bir ağacın dibinde, toprağa oturup bir süre soluklandım. İçimde büyüttüğüm mavinin ağırlığında denizi daha çok özlüyordum. Hazan sağnağından ıslaktım, kurunamıyordum. Beni tek nefeste yirmibin fersah dibe indiren o rüya neydi. Tam tabirini bulamıyordum. Rüyalarımı durdurabilir, olayları değiştirebilirdim. Bunu daha önce defalarca yapmıştım. Yine yapmalı, çocukluğumun turkuaz koylarını görmeliydim ya da gençlik yıllarımın leylak sokaklarını. Büyük beyaz kuşun peşinden göklere uçmaya çalışmalı ama bir türlü uçamamalıydım. Rüyam, rüya içinde rüya gibi değil, rüya gibi olmalıydı. Bildik renklerin renkli rüyalardan biri gibi işte...

Beyaz kuşlar çoktan havalanmış, gençliğimin leylak sokaklarında merhabasız arabaların dikiz aynaları vardı. Havai mavi bir rüzgara kapılmış rotasız bir yelkenlinin dümen suyundan, çocukluğumun turkuaz koylarından yeniden rüyaya daldım. Rüyamda ak bir teknede allı pullu bir balıktım. Dalga ne yandan vurduysa o yana sallanan allı pullu bir balıkla, deli dumanlı şarabi sohbetlere daldım. Sohbetin sarı papatya falına bakarken birden denize düştüm. Ben mi atladım yoksa biri arkamdan mı itti seçemedim. Kır çiçeklerim ile denizdeydim. Çiçeklerim etrafa dağıldı, toplamaya çalıştım. Dağıldıkça renkleri solmaya başladı. Solmalarını görmeye kıyamadım, denizden çıktım...

Denizin tadını tuzunu içindeyken değil, çıkınca sevdiğimi; denizden bende geriye kalanı, denizden daha çok sevdiğimi hatırladım. Üstümden allı pullar döküldükçe tenim kayganlaşıyor, tuzlu tadından denizin yosun rengi kokusunu alıyordum.

Ter içinde uyandığımda ıslaktım ve üşüyordum. Hala rüyada mıyım diye kendimi kontrol ettim, hayır yatağımdaydım. Üstümdeki mavi atlas yorgan yere düşmüş, İzmir ayazı beni üşütmüştü. Ayılmaya, olanı biteni anlamaya çalışırken, arka bahçeden bir ses duydum.

- Boğazda, rüyaya daldığımız yerdeyim.
- Sen kimsin?
- Seninle aynı rüyayı gören adam.
- Rüyadan yeni uyandım, gelemem.
- Gel... Bu mavi ikimizin.

Gecelerden dün gece, mavi atlas bir yorganın altınına saklandım. Maviden korkak, rüyalara daldım. Rüyamda mavi benekli çirkin bir kurbağaydım. Bir daha uyanamadım.