Bir Hikayem Var
En güzel yerinden başlamalıyım diye, düşündü adam. Güneşe
direnen uzun kirpiklerinden mesela... Kokuma doğru kuş olup kanatlanan hokka
burnundan; kafa tutan rüzgarından hatta... Toprak kokan yumuşak teninden, koyu
siyah bir kış sabahı koşup gelişinden başladı.
O sabah uyandığında saat hayli geçti. Zeytuni sohbetlerin
altında boylu boyunca uzanan zaman misali tutulmuştu bedeni. Siyah perdeler
koyu zamanları sımsıkı sarıp tutsak etmiş, soluksuz gecelerin soluğunu
kesmişti. Çıt çıkmıyordu duvarlardan.
Unutamadığı kısa anların ten kokusunu içine çekerken mevsimsiz deri ceketini
giydi. Canı sıkkındı. Göz göze gelmek istemediği her şeyden gözlerini kaçırdı
bir süre. Mor kanepede uyuyan kadının inip çıkan göğsüne ilişti gözü önce.
Sonra kadının ince belindeki kabarık kahve tanesine. Tam beninden, tam seninden
öpmek istedi. Bir süre kadını seyretti. Siyak düz saçlarından kayan küçük
kristal tokaya baktı. Kadın usulca kanepeye gömdü yüzünü, adamın gitmesini
bekledi. Kapıya yürüdü adam, ayakkabılarını giymek için yolculuk kokan parkeye
eğildi. Ayaklarının dibindeki uzun ışıklı yola baktı bir süre. Eşikten sızan
ışıktı bu... Güneş kapıya dayanmış, ben
geldim, der gibiydi. Dün geceden karanlığa kapanan kapıyı açıverse her şey
değişecek, turuncu güneş en güzel yerinden yeniden başlatıvericekti hikayeyi.
Derin uykudakiler uyanabilir, ısısız oda ısınabilirdi.
İçini umut kapladı, gülümsedi adam. Kemikli ince uzun elini
ışığın sıcağına tuttu, avuçları ısındı. Bu hissi iyi bilirdi. Okşamak kendini
hissetmekti. Eşikten sızan ışık öylece duruyordu avuçlarının arasında. Sevecen ve tanıdık... Uzun ışıklı yol boyu
koşan toz zerresi gibi hissetti kendini. Yol boyu savruldu. Sonra durdu. Ayağa
kalktı, elini kapının koluna cesaretle attı, kapıyı ardına kadar açtı. İçinden
hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz tam karşıdaydı. Uçsuz bucaksız deli
derinlere, aşna-fişneli koyun koynuna daldı gözleri. Bulutlara, göçüp giden
göçmen kuşlara, uçakların dağılan beyaz izlerine baktı uzun uzun. Güneşi aradı.
Saklandığı yerden renkli bir sürprizle çıkıverdi güneş. Mor mavi bir gök kuşağı
altın köprüde belirmiş, istersen koş git, der gibiydi.
Derin bir soluk aldı. Eşikteki ışığı kalbine mühürledi. Şehrin ay ışıklarına, sokağın mor salkımlarına kapattı gözlerini. Gök kuşağının altında parlayan altın köprüde onu bekleyen çocukluğuna doğru koştu gitti.
Fa'nın ardından...
Ekim 2013
Ekim 2013