Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Teşvikiye Sokaklarında Anne Olmak

Teşvikiye sokaklarında ılık bir Eylül günüydü. İki çocuk kadın yaşamı dayanılır kılan hikayeleri ile beraber hızlı adımlarla geç kalınmış doktor randevusuna yürüyordu. İkisinin de kıvırcık saçlı, minyon oluşu tesadüf değildi. Yuvarlak alınları, küçük kalkık burunları da...  Biri kendini her gün önünden geçtiği mağazaların vitrininden yansıyan son görüntüsü ile vedalaşırken buluyorken,  diğeri vitrinden yansıyan görüntüde bir kaç sene sonra yaşayacağı tıpkı hikayeyi arıyordu. Halk pasajının köşesindeki  çocuk giysileri satan “ Prenses” adlı mağazanın vitrinini görmezden gelmek için karşıya geçtiler. Yaklaşık üç ay önce bir sonuç pozitif raporu ile hamile olduğunu öğrenmiş,türlü bahanelerle doktora gitmeyi ertelemişti.  Kaçamayacağı kadar yakınlaşan bilinmez tarihe doğru  yürüyordu, büyüyen çocuk.  
Doktor 'Bak bu senin bebeğin' dediğinde zorla başını çevirip ekrana baktı.  Siyah beyaz ekranda yedi renkli  anlamın heyecanı, damla damla indi boylu boyunca uzandığı beyaz örtüye. Doktorun dediklerini duymadı bile. Tekrar görüşecekleri günü diğer çocuk kadın yazdı belleğine.
Sokakta yürüyor hiç konuşmuyorlardı. Birbirlerinden kaçırdıkları gözleri ıslak, zaman zaman birbirlerine değen sıcak elleri ter içindeydi. Teşvikiye sokaklarında birlikte ter ve gözyaşı ile büyüyorlardı. İçinde büyüyen başka bir çocuk tokat gibi inmişti suratına çocuk kadının. Suratı allak bullaktı. Annesi de yoktu yanında. Uzaktaydı...  
Yıllar geçip,  mevsimlerin rengi değişse de o duygunun rengi aynı kalacaktı. Ne zaman o yollardan geçse gözü vitrinlere takılacak, son moda bir ipek eteğin altına saklanan çocukluğunu arayacaktı.  
Suskun geldikleri Nişantaşı Karakolu'nun önünde “Dur biraz, hemen geliyorum” diyerek koşarcasına karşıya geçti diğer çocuk kadın. Kısa sürede koşarcasına geri geldi. Elinde tuttuğu  iki pembe pamuk helva ile anne olurken elinden giden çocukluğunu geri getirmişti. O günün rengi pembeydi. Ve çocuklar sokakta pamuk helva yiyerek, avaz avaz ağlayabilirdi.


Aradan yıllar geçti. İçindeki kız bebek büyümüş, on üç yaşına henüz girmişti. Bir kez daha anne olmuş, bir oğlu daha olmuştu. Çocukluğunu da, o pembe günü de çoktan unutmuştu. 
Kızı Okul takımıyla bir kaç günlüğüne  Samsun’a gittiğinde bebeğinin yanında olmamak korkutuyordu onu.  Gün içinde bir kaç kez yaptıkları konuşmalarda bebeğinin ses tonunda uzakları hissediyor, huzursuzluğunu hissettirmemek için olabildiğince neşeli olmaya çalışıyordu. Büyürken yanında olmak istiyordu. Kızı ilk reglisini olduğunu, çocuklara göz kulak olmak için yanlarında olan gönüllü bir annenin suratına tokat attığını söyledi. “Normal mi? Neden vurdu bana?”  diye soruyordu kızı. “Normal” dedi uzak olduğu bu saçma fikre. 
Bir tokatla büyümenin ne demek olduğunu bilirdi. Yanında olmalıydı. O bunları düşünürken kızı çoktan çocukluğuna geri dönmüştü yediği tokada inat.
“Anne bugün çok komik bir şey oldu biliyor musun? Samsun fuarında gezerken pamuk helva aldım yiyordum, yanıma bir deli yaklaştı. Pamuk helvamı çekiştirmeye başladı. O çekti ben çektim derken onun elinde kaldı. Elinde helvaya bir süre baktı. Sonra helvayı bir hışımla yere attı, döndü gitti.” Dedi...
“Ciddi misin?? A! Deli mi ne?”
“Deli dedim ya anne..”

Küçük kızı özlemini  gülüşmelere gizlemeye çalışırken,  anne Teşvikiye sokaklarında pembe pamuk helva ile avaz avaz ağlayarak yürüyen çocuğu hatırladı. Kızı panayırdan yenisini aldığını söylerken, annesinin “O delinin  yere attığı şey çocukluğuydu.” dediğini duymadı...

Mehtap Akdeniz
Mayıs 2014