Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

24 Ekim 2013 Perşembe

Alex - Bir Hikayem Var



Bir Hikayem Var

En güzel yerinden başlamalıyım diye, düşündü adam. Güneşe direnen uzun kirpiklerinden mesela... Kokuma doğru kuş olup kanatlanan hokka burnundan; kafa tutan rüzgarından hatta... Toprak kokan yumuşak teninden, koyu siyah bir kış sabahı koşup gelişinden başladı.

O sabah uyandığında saat hayli geçti. Zeytuni sohbetlerin altında boylu boyunca uzanan zaman misali tutulmuştu bedeni. Siyah perdeler koyu zamanları sımsıkı sarıp tutsak etmiş, soluksuz gecelerin soluğunu kesmişti.  Çıt çıkmıyordu duvarlardan. Unutamadığı kısa anların ten kokusunu içine çekerken mevsimsiz deri ceketini giydi. Canı sıkkındı. Göz göze gelmek istemediği her şeyden gözlerini kaçırdı bir süre. Mor kanepede uyuyan kadının inip çıkan göğsüne ilişti gözü önce. Sonra kadının ince belindeki kabarık kahve tanesine. Tam beninden, tam seninden öpmek istedi. Bir süre kadını seyretti. Siyak düz saçlarından kayan küçük kristal tokaya baktı. Kadın usulca kanepeye gömdü yüzünü, adamın gitmesini bekledi. Kapıya yürüdü adam, ayakkabılarını giymek için yolculuk kokan parkeye eğildi. Ayaklarının dibindeki uzun ışıklı yola baktı bir süre. Eşikten sızan ışıktı bu... Güneş kapıya dayanmış, ben geldim, der gibiydi. Dün geceden karanlığa kapanan kapıyı açıverse her şey değişecek, turuncu güneş en güzel yerinden yeniden başlatıvericekti hikayeyi. Derin uykudakiler uyanabilir, ısısız oda ısınabilirdi.

İçini umut kapladı, gülümsedi adam. Kemikli ince uzun elini ışığın sıcağına tuttu, avuçları ısındı. Bu hissi iyi bilirdi. Okşamak kendini hissetmekti. Eşikten sızan ışık öylece duruyordu avuçlarının arasında. Sevecen ve tanıdık... Uzun ışıklı yol boyu koşan toz zerresi gibi hissetti kendini. Yol boyu savruldu. Sonra durdu. Ayağa kalktı, elini kapının koluna cesaretle attı, kapıyı ardına kadar açtı. İçinden hayal yüklü gemiler geçen mavili deniz tam karşıdaydı. Uçsuz bucaksız deli derinlere, aşna-fişneli koyun koynuna daldı gözleri. Bulutlara, göçüp giden göçmen kuşlara, uçakların dağılan beyaz izlerine baktı uzun uzun. Güneşi aradı. Saklandığı yerden renkli bir sürprizle çıkıverdi güneş. Mor mavi bir gök kuşağı altın köprüde belirmiş, istersen koş git, der gibiydi.

Derin bir soluk aldı. Eşikteki ışığı kalbine mühürledi. Şehrin ay ışıklarına, sokağın mor salkımlarına kapattı gözlerini. Gök kuşağının altında parlayan altın köprüde onu bekleyen çocukluğuna doğru koştu gitti. 


Fa'nın ardından...
Ekim 2013