Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

30 Ocak 2013 Çarşamba

NURFAMOR


‘Önüm, arkam, sağım, solum, sobe, saklanmayan ebe’’  komutuyla birlikte kendimi sokağı döner dönmez karşınıza çıkan, mor çiçekli bahçenin en kıymetlisi olan akşam sefalarının altında buldum. 
İnsanı insandan, geceyi aydınlıktan gizleyen bu bol ağaçlı küçük bahçe saklanmak için mükemmel bir yerdi. Tek bir şartla: Nurfamor ablaya sobelenmeden bahçeden çıkabilirsen.
Bahçesine girilmesine çok kızardı. En çok da çocuklara... O bizden ne kadar haz etmiyorsa; biz de her fırsatta onun bahçesine dalmaktan aynı ölçüde haz duyardık. Bu iki ebeli, tek sobeli saklambaç için yılda birkaç kez cesaretimi toplar, her şeyi göze alıp çitin kırık yerinden gizlice bahçesine sızardım. Bunu kendime uğur saymıştım. Ne zaman bu bahçeye girsem, Nurfamor adlı korkunun verdiği hızla ebeyi ilk sobeleyen hep ben olurdum. 
Ona niçin ‘Nurfamor’ dendiğini evdekilere sormuştum. Annem, Pinokyo gibi yürüdüğü için küçükken mahalledeki çocukların ona taktığı İtalyanca bir ad olduğunu söylemişti. Belki de bu yüzden çocukları hiç sevmezdi. Anneannem, “Mor çiçek meraklısı olduğu için öyle diyorlar,” demişti. Bu daha mantıklıydı.
İri üzüm salkımlarına benzeyen mor çiçeklerin altında nefesimi tutmuş, tek bir yaprak çıtı çıkarmadan öylece duruyordum. Penceresi açık evin salonundan gelen, gelinle damat için çalınan evlilik şarkısı işimi kolaylaştırıyordu. 
Nur abla hiç evlenmemişti. İri ellerine tezat, ince, zarif  vücutlu, pembe-beyaz tenli, hoş biriydi. Öylece durduğu zaman yazlık sinemanın duvarına yapıştırılan afişlerdeki  güzel kadınlara benziyordu. Fakat adım atmasıyla birlikte o afişteki güzel kadın gidiyor yerini tahta bacaklı bir kara korsan alıyordu. Hele sert sert konuşmaya başlayınca ayağındaki o kocaman erkek ayakkabılarının ruhuna girdiğini düşünüyordum. Ayakkabıları ona büyük geliyordu, bütün sorunu buydu. 
Ben aklımdan bunları geçirirken birden köşeden ebe Emre döndü.
“Gördüm, sobe! Nurfamor’un bahçesindesin,” diye bağırdı.
Sayılmazdı, isim söylemeden sayılmazdı. Hiç ses etmeden öylece durdum. Ebe Emre’nin çitten atlayıp bahçeye girmesiyle birlikte evin kapısı açıldı ve Nur abla oracıkta belirdi.
“Seni piç kurusu” diye bağırmasıyla, Emre hızla kendini sokağa atmıştı ki aynı anda kocaman bir siyah deri terlik havada süzüldü. Uçtu, uçtu ve asfaltta kayarak karşı duvara çarpıp oracığa yığıldı. Saklandığım yerden çıkmama imkan yoktu. Nurfamor kaç kere söylemişti, “Benim bahçeme girilmeyecek’”diye.
Girilmeyen bir yerden çıkılamazdı da, öylece durdum...

“Terliğimi getir çabuk,” diye Emre’ye hiddetlendi.
“Bana ne ya. Atmasaydın.”
“Getir dedim sana.”
Emre yerde yatan terliği bir hışım aldı ve aynı hızla bahçeye geri savurdu. Terlik benim bir metre kadar yakınıma düştü.
Nurfamor “Terbiyesiz,” diye söylenerek, bahçe toprağına basmamak için seke seke terliği almaya yanıma kadar geldi. Olduğum yerde sinmiş, neredeyse yerle bir olmuştum, az sonra beni gördüğünde toprağa karışacaktım zaten. Siyah bir terlik ve terliksiz bir ayak yanımda durdu. Eğilip terliğini alırken o beni, ben de onun ayak parmaklarını gördüm. Altı taneydiler. Korkudan çift görüyor olabilirdim. İyice baktım. Haklıydım. Hafifçe başımı kaldırdım. Göz göze geldik. O kadar heyecanlanmıştım ki ne diyeceğimi şaşırdım.
“Sobe” diyebildim fısıldayarak. Bir bana baktı, bir elindeki siyah terliğe. Kafama indirecekti. Bekledim. Terliğini giydi, korsan edasını takınarak eve yöneldi. Kapıyı kapatmadan önce birden hışımla bana döndü, başıma gelecekleri düşünüp iyice saklandım. Gülümsedi. Fısıldayarak beni geceye ebeledi.

“Sobe”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder