Karnım iyiden iyiye açıkmıştı. Bir an önce eve gidip hazır
sofraya oturup bir şeyler yemek istiyordum. Ev yakındı ama yürümek istemedim. Bütün
gün Belediye’de rakamlarla boğuşmaktan başım da ağrımaya başlamıştı. Durağa
geldiğimde Belediye’den arkadaşlar çoktan dolmuş sırasına dizilmişlerdi. Bir
kaçı bana yerini verdi. Dolmuş sırası umduğumdan çabuk gelmişti. Dolmuşa biner
binmez Fahriye’yi arayıp, getirmemi istediği bir eksik olup olmadığını sordum.
Herşey hazırdı, beni bekliyorlardı.
Telefonu cebime yerleştirirken yanımda oturan hanımı rahatsız etmiş olmalıyım
ki, oflayarak yerine yeniden yerleşti. Takındığı tavırla beni iyice geren, bu
artist kılıklı süslü kadına haddini bildirmek istedim. Vazgeçtim. Eve bir durak
kalmış olmasına rağmen soföre durmasını söyledim. Dolmuştan indim. Eve dönen
köşeye geldiğimde yağmur yağmaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırdım.
Eve vardığımda hem ıslak hem de açtım. Fahriye beni
karşıladı. ‘Hayırlı akşamlar, hoşgeldin.’ Dedi. Çocuklara seslendi. ‘Çocuklar
haydi sofraya geçin, babanız da geldi’ Üzerimden çıkarttığım pardesüyü özenle
portmantoya astı, terliklerimi uzattı.
Yemek boyunca pek konuşmadım. Fahriye’nin anlattığı şeylere
kulak asmadım. Sorulan soruları geçiştirdim. Fahriye yemek boyunca bir yandan yemekleri
tabaklara boşalttı, bir yandan da hafta sonu davetli olduğumuz komşu oğlu Fikri'nin düğününden bahsetti durdu. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Takmamız gereken
çeyrek altının parasını itiraz etmeden verdim. İş bununla bitmedi. Düğüne ne giyeceğimiz
konusu fazla uzadı. ‘Baldızın düğününe giydiğin elbiseyi giyersin olur biter’
diye Fahriye’ye çıkıştım. Suratını
sallayarak sofradan söylenerek kalktı. ‘Ruhsuz herif’ dediğini duydum ama duymazdan
geldim, masadan kalkıp koltuğa uzadım. Televizyonda maç özetlerini izlerken aklım
yarın gideceğim toplantıdaydı.
Fahriye kahvemi getirdi. Örgüsünü alıp yanımdaki kanepeye
ilişti. Maç özetleri bitti. Kumandayı Fahriye’ye uzattım. ‘Al, ne dizi
izliyorsan izle’ dedim. Kumandayı hevesle aldı, sevdiği diziyi açtı.
Yarınki toplantıyı düşündüm. Dizideki artistlerin suratına
dikkatle baktım. İsimlerini bie bilmediğimi farkettim. Fahriye biliyor
olabilirdi. Sordum. Bir iki tanesinin adını söyledi, diğerlerini o da
bilmiyordu. ‘Fahriye biz en son hangi tiyatro oyununa gitmiştik?’diye sordum. Anlamsız
anlamsız suratıma baktı. ‘Ben hayatımda hiç tiyatroya gitmedim’ dedi.
Bana kızgın olduğu için böyle söylediğini düşündüm. Gönlünü
almalıydım. En son hangi oyuna gittiğimizi düşündüm. Bulamadım. Yıllardır
evliydik, onsuz bir tiyatro oyununa gitmiş olabilir miydim? Birden aklıma
geldi. ‘Amma da yaptın hanım. Birkaç yaz evvel gittiğimiz otelde bile izledik
unuttun mu?’ Dedim. ‘A evet onu unutmuşum. Beni de ortaya çağırmışlardı da
utanmış, çıkmamıştım. Bir o işte, başka hiç tiyatro görmedim ’ dedi. Ben de
hatırladım. Matrak bir oyundu. Ahaliyi
güldürmek için türlü maskaralıklar işte.
‘Oraya orta denmez, sahne denir hanım. Neyse, bundan sonra
Şehir Tiyatroları’nda oynanan hiç bir oyunu kaçırmayacaksın’
Fahrriye bana göstermemeye çalışarak, ağzını burnunu
oynattı. Bu habere komşunun oğlunun düğününe heveslendiği kadar bile heveslenmedi.
Hatta hiç inanmadı. Şaka bile sanmadı.
Bugün bana o görev verildiğinde ben de Fahriye gibi ağzımı
burnumu oynatmış, hiç inanmamıştım. Şaka sanmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder