Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

27 Ocak 2013 Pazar

Figaro’nun Düğünü


Karnım iyiden iyiye açıkmıştı. Bir an önce eve gidip hazır sofraya oturup bir şeyler yemek istiyordum. Ev yakındı ama yürümek istemedim. Bütün gün Belediye’de rakamlarla boğuşmaktan başım da ağrımaya başlamıştı. Durağa geldiğimde Belediye’den arkadaşlar çoktan dolmuş sırasına dizilmişlerdi. Bir kaçı bana yerini verdi. Dolmuş sırası umduğumdan çabuk gelmişti. Dolmuşa biner binmez Fahriye’yi arayıp, getirmemi istediği bir eksik olup olmadığını sordum. Herşey  hazırdı, beni bekliyorlardı. Telefonu cebime yerleştirirken yanımda oturan hanımı rahatsız etmiş olmalıyım ki, oflayarak yerine yeniden yerleşti. Takındığı tavırla beni iyice geren, bu artist kılıklı süslü kadına haddini bildirmek istedim. Vazgeçtim. Eve bir durak kalmış olmasına rağmen soföre durmasını söyledim. Dolmuştan indim. Eve dönen köşeye geldiğimde yağmur yağmaya başlamıştı. Adımlarımı hızlandırdım.
Eve vardığımda hem ıslak hem de açtım. Fahriye beni karşıladı. ‘Hayırlı akşamlar, hoşgeldin.’ Dedi. Çocuklara seslendi. ‘Çocuklar haydi sofraya geçin, babanız da geldi’ Üzerimden çıkarttığım pardesüyü özenle portmantoya astı, terliklerimi uzattı.
Yemek boyunca pek konuşmadım. Fahriye’nin anlattığı şeylere kulak asmadım. Sorulan soruları geçiştirdim.  Fahriye yemek boyunca bir yandan yemekleri tabaklara boşalttı, bir yandan da hafta sonu davetli olduğumuz komşu oğlu Fikri'nin düğününden bahsetti durdu. Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Takmamız gereken çeyrek altının parasını itiraz etmeden verdim. İş bununla bitmedi. Düğüne ne giyeceğimiz konusu fazla uzadı. ‘Baldızın düğününe giydiğin elbiseyi giyersin olur biter’ diye Fahriye’ye çıkıştım.  Suratını sallayarak sofradan söylenerek kalktı. ‘Ruhsuz herif’ dediğini duydum ama duymazdan geldim, masadan kalkıp koltuğa uzadım. Televizyonda maç özetlerini izlerken aklım yarın gideceğim toplantıdaydı.
Fahriye kahvemi getirdi. Örgüsünü alıp yanımdaki kanepeye ilişti. Maç özetleri bitti. Kumandayı Fahriye’ye uzattım. ‘Al, ne dizi izliyorsan izle’ dedim. Kumandayı hevesle aldı, sevdiği diziyi açtı.
Yarınki toplantıyı düşündüm. Dizideki artistlerin suratına dikkatle baktım. İsimlerini bie bilmediğimi farkettim. Fahriye biliyor olabilirdi. Sordum. Bir iki tanesinin adını söyledi, diğerlerini o da bilmiyordu. ‘Fahriye biz en son hangi tiyatro oyununa gitmiştik?’diye sordum. Anlamsız anlamsız suratıma baktı. ‘Ben hayatımda hiç tiyatroya gitmedim’ dedi.
Bana kızgın olduğu için böyle söylediğini düşündüm. Gönlünü almalıydım. En son hangi oyuna gittiğimizi düşündüm. Bulamadım. Yıllardır evliydik, onsuz bir tiyatro oyununa gitmiş olabilir miydim? Birden aklıma geldi. ‘Amma da yaptın hanım. Birkaç yaz evvel gittiğimiz otelde bile izledik unuttun mu?’ Dedim. ‘A evet onu unutmuşum. Beni de ortaya çağırmışlardı da utanmış, çıkmamıştım. Bir o işte, başka hiç tiyatro görmedim ’ dedi. Ben de hatırladım.  Matrak bir oyundu. Ahaliyi güldürmek için türlü maskaralıklar işte.
‘Oraya orta denmez, sahne denir hanım. Neyse, bundan sonra Şehir Tiyatroları’nda oynanan hiç bir oyunu kaçırmayacaksın’
Fahrriye bana göstermemeye çalışarak, ağzını burnunu oynattı. Bu habere komşunun oğlunun düğününe heveslendiği kadar bile heveslenmedi. Hatta hiç inanmadı. Şaka bile sanmadı.
Bugün bana o görev verildiğinde ben de Fahriye gibi ağzımı burnumu oynatmış, hiç inanmamıştım. Şaka sanmıştım. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder