Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

Size gösterileni değil, gösterilmeyeni merak edenlerdenseniz..

28 Nisan 2011 Perşembe

İlk Sevgliye


Fethiye'nin dökme taş yollarında başlayıp, mavi yeşil sularda derinlere dalan eskilerdeyim. Tepesi delik yollarında güneyin delisi gibi dolanıyor aklım. Bir o mavi koy, bir bu kara zeytin gölgesi. Bulduğum bir kaba ardıcın pürüne yaslanıp dinleniyor arada. Bildiğim bütün Fethiye türkülerini mırıldanıyor içim.

'Yaslanaydım kaba ardıcın pürüne
Dinleyeydim kekliklerin sesini...
Ünledim ayşe diye,
Odayı döşe diye.
Ünledim fatma diye,
kaşları çatma diye...'

Dökme taş yolların yokuş başlarında çocuk aklım. Özlem bildiklerimi döke saça yokuş aşağı koşuyor. Durduramıyorum, aklım kaçıyor... Ağaca çıkmaya, ilk yağmurla toprağa yayılan salyangozları toplamaya. Her şeyi bir bir hatırıyor. Ne yaşadıysa, ne öğrendiyse hepsini. Tükürükle çiyan öldürmeyi, ağaçlardan ağustos böceği yakalamayı, çam pürsülünde kaymamayı, güneşte yağan yağmurun adını, keçi beslemeyi, turunç aşılamayı, tarhana ufalamayı, balıklarla yarışmayı, topuktan kara diken çıkarmayı, yıldızlara bakıp hava tahmini yapmayı, teke süzmeyi, sırtı çekmeyi, rüzgarların alametini. Kesik kapılı delikanlıyı. Sarıyı... Öpüşmeyi.
Ağustos sıcağında Mendos'un en karlı tepesinden ünlüyorum sıcak şehre. Sesim bana geri dönüyor. Kimseden ses seda yok. Şehirde ölüm sessizliği var. Terim kar, deniz kan kokuyor. Korkuyorum...
Günlükbaşı'ndan giriyorum, Karagözler'den çıkıyorum. Arıyorum. Yok. Vuruyorum Belcekız yollarına kendimi. 'O yok, gitti’, diyorlar. İnanmıyorum. 'İnan' diyorlar... 
Sonrası kar, fırtına, yağmur. Bahar yağmurlarına benzemiyor iri damlalar. Yaz sıcağında sırtından süzülen ter gibi ılık. Karagözlerden yanaklarıma, yanaklarımdan toprağının koynuna sağnak. Aklıma sakladıklarımı hatırlıyorum. Çalış’taki sediri. Analarımızın rahmine peşpeşe düştüğümüz tahta barakanın rüzgarda çıkardığı sesi. Sana mavi bana pembe örülen patiklerimizi. Hikayemizi. Önce sen doğuyorsun sonra ben. Sen sapsarı, ben kapkara. Sana ibiş diyorlar, bana çitlenbik. Sen ikinci Karagözler'de büyüyorsun, ben birinci.
Güneşin kavurduğu bir yaz sıcağında bunalıp hesapsız dalıyoruz turkuvaz koya. Sen balık gibi, ben karabatak gibi. Çok gülüyoruz. Sen gözlerini kısarak, ben ağzımı fırın gibi açarak. Bir damda, yanyana yatmaya aşina iki çocukken, bir avazda genç oluyoruz. Yaz alevi misali gençlik ateşi yakıyor çocuk tenimizi. Kelebekler vadisinin bütün kelebekleri buse olup dudaklarımıza konuveriyor. Al yanaklarımız bizi ele veriyor. İki mahçup kelebek gibi anları kızgın kuma gömüp yaza veda ediyoruz. Sen için için ağlıyorsun, ben canhıraç.


Yıllar... Yıllar kamyon gibi üzerimizden geçiyor. Aralık oluyor, önce sen ölüyorsun, sonra ben.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder